Anlatılar bizi birbirimize kenetleyen bağları üretir; topluluk oluşturur, olumsallığı ortadan kaldırır ve bizi varlığa demirler. Ancak her şeyin keyfi ve gelişigüzel hale geldiği çağdaş enformasyon toplumunda, hikâye anlatıcılığı hikâye satıcılığına dönüşmekte ve anlatılar bağlayıcı güçlerini yitirmektedir. Hikâye anlatıcılığı, anlatı ortaklıklarının aksine, sadece geçici bir topluluk ortaya çıkarır, bu da olsa olsa tüketiciler topluluğudur. Hiçbir storytelling, birbirimize hikâyeler anlatmak için etrafında toplandığımız ateşi yeniden alevlendiremez. O ateş çoktan söndü. Onun yerine artık dijital ekranlar var ama o da insanları birleştirmekten ziyade ayırıyor.
05/24 | Kitap
Bugün herkesin ağzında bir “anlatı” (Narrativen) lafıdır gidiyor. Oysa anlatı enflasyonu paradoksal olarak bir anlatı krizine işaret ediyor. Tüm bu storytelling yaygarasının ortasında, kendini anlam ve istikamet eksikliğiyle açığa vuran bir anlatı boşluğu hüküm sürüyor. Ne storytelling ne de anlatısal dönemeç anlatının geri dönmesini sağlayabilir. Bir paradigmanın kendi başına tematik hale gelmesi ve aynı zamanda popüler bir araştırma konusu olma yolunda ilerlemesi, derinlere kök salmış bir yabancılaşmadan kaynaklanır. Anlatılar hakkında bunca konuşulması onların işlevsizliğine delalettir.
Anlatılar varlığa demirlediğimiz çapa olduğu sürece, yani bize bir yer tayin ettikleri, hayatı anlam, dayanak ve istikamet ile bezeyerek dünyada-olmayı (In-der-Welt-Sein) evde-olmaya (Zu-Hause-Sein) dönüştürdükleri sürece; başka bir deyişle, yaşamın kendisi bir anlatıyken/öykülemeyken (Erzählen, narrating), hikâye anlatıcılığından veya anlatıdan asla söz edilmemiştir. Bu tür kavramların kullanımında yaşanan enflasyon tam da anlatılar başlangıçtaki güçlerini, çekim kuvvetlerini, esrarlarını, hatta büyülerini kaybettiklerinde baş gösterir. Bir kez inşa edilmiş, kurgulanmış bir şey olarak görülünce içsel hakikat anlarını yitirirler. Kendileri de olumsal/tesadüfi (kontingent), değişebilir ve değiştirilebilir olarak kabul edilirler. Artık bağlayıcı, birleştirici bir tarafları kalmamıştır. Artık bizi varlığa demirlemezler. Anlatılarla ilgili mevcut tantanaya ve reklam furyasına rağmen, bir anlatı-sonrası çağda yaşıyoruz. İddiaya göre insan beyninin anlatısal yapısından köklenen anlatı bilinci ancak anlatı-sonrası bir zamanda, yani anlatı efsununun dışında mümkündür.
Din, içsel hakikat ânına (innerem Wahrheitsmoment) sahip tipik bir anlatıdır. Olumsallığı anlatır. Hristiyan dini, hayatın dört cephesini kuşatan ve onu varlığa demirleyen bir meta-anlatıdır. Zamanın kendisi anlatıyla yüklüdür. Hristiyan takvimi her güne bir anlam verir. Anlatı-sonrası dönemde, takvim anlatıdan arındırılır; anlamsız bir randevu çizelgesi haline gelir. Dini bayramlar bir anlatının en önemli olayları, doruk noktalarıdır. Anlatı olmadan bayramlar, festival zamanları olmaz; varolma duygusunun yoğunlaştığı şenlikli ruh halleri doğmaz. Geriye sadece çalışma ve boş zaman, üretim ve tüketim kalır. Anlatı-sonrası dönemde bayramlar ticarileşir, birer etkinlik ve gösteri haline gelirler. Ritüeller de anlatı pratikleridir: Daima anlatısal bir bağlamda yer alırlar. Bir mahfaza/aşinalık (Einhausung: dünyada evde olmak) yaratmaya yönelik simgesel teknikler olarak dünyada-olmayı, evde-olmaya dönüştürürler.
Dünyayı değiştiren (weltverändernde) ve dünyayı açan (welteröffnende) bir anlatı, tek bir kişinin hevesiyle keyfi olarak yaratılamaz. Aksine, çeşitli güçlerin ve aktörlerin dahil olduğu karmaşık bir sürece borçludur varlığını. Nihayetinde bir anlatı, zamanın ruh halinin (Stimmung der Zeit). bir ifadesidir. İçsel bir hakikat anına sahip olan bu tür anlatılar, bugünün içi boşaltılmış, birbirinin yerine geçebilen ve olumsal anlatılarıyla, yani herhangi bir çekim gücünden, ağırlıktan (Schwerkraft), herhangi bir hakikat anından yoksun günümüzün mikro-anlatılarıyla tezat oluştururlar.
Anlatı bir kapatma/sonuçlandırma biçimidir (Schlussform). Anlamı ve kimliği kuran kapalı (schlossene) bir düzen yaratır. Açıklık ve sınırların çözülmesiyle karakterize edilen geç modernlikte, sonuçlandırma ve kapatma biçimleri giderek aşınır. Aynı zamanda, artan serbesti ve müsamahayla birlikte, kapamanın anlatı biçimlerine duyulan ihtiyaç da artmaktadır. Komplo teorileri de dahil olmak üzere popülist, milliyetçi ve aşırı sağcı ya da kabileci anlatılar bu ihtiyacı karşılamaktadır. Bunlar, anlam ve kimlik sundukları için benimsenirler. Ancak, olumsallık deneyiminin yoğunlaştığı post-anlatı çağında, bu anlatıların güçlü bir bağlayıcılığı yoktur.
Anlatılar bir topluluk/ortaklık (Gemeinschaft) yaratır. Buna karşın storytelling yalnızca topluluğun/ortaklığın metalaştırılmış bir biçimi olarak geçici bir toplum (Community) ortaya çıkarır: Bu toplumlar tüketicilerden oluşur. Hiçbir storytelling, insanların birbirlerine hikâyeler anlatmak için etrafında toplandıkları ateşi yeniden alevlendirmez. Bu ateş çoktan sönmüştür. Onun yerini, insanları bireysel tüketiciler olarak tecrit eden, ayıran dijital ekran almıştır. Tüketiciler yalnızdır. Bir topluluk/ortaklık oluşturmazlar. Sosyal medyada paylaşılan “hikâyeler” (story) de anlatı boşluğunu dolduramaz. Bunlar yalnızca pornografik öz sunum ya da kendi reklamını yapma biçimleridir. İçerik yayınlamak, beğenmek ve paylaşmak, anlatı krizini yoğunlaştıran tüketimci pratiklerdir.
Kapitalizm, storytelling yoluyla, anlatıyı kendine mal eder ve tüketime sunar. Storytelling, tüketilebilir bir formda anlatılar üretir. Ürünlere duygu yükler. Benzersiz deneyimler vaat eder. Anlatıları ve duyguları satın alır, satar ve tüketiriz. Hikâyeler satar. Storytelling, storyselling’dir.
Anlatı ve enformasyon birbirlerine karşıt güçlerdir. Enformasyon olumsallık deneyimini yoğunlaştırırken, anlatı rastlantısallığı zorunluluğa dönüştürerek onu azaltır. Enformasyon varlığın sağlamlığından] yoksundur. Niklas Luhmann bunu açık bir şekilde ifade eder: “[Enformasyonun] kozmolojisi bir varlık kozmolojisi değil, olumsallık kozmolojisidir.” Varlık ve enformasyon birbirini dışlar. Bu nedenle varlık noksanlığı (Seinsmangel), varlığın unutulması (Seinsvergessenheit), enformasyon toplumuna içkindir. Enformasyon eklemeli ve kümülatiftir/birikimlidir. Anlamın taşıyıcısı değildir, oysa bir anlatı anlam taşır. “Anlam”ın (Sinn, sense) asıl anlamı yöndür (Richtung, direction). Bugün, her konuda malumat sahibiyiz ancak oryantasyondan yoksunuz. Ayrıca enformasyon zamanı parçalara ayırarak sadece şimdiki anlardan oluşan zaman dizisi yaratır. Buna karşın bir anlatı, zamansal bir süreklilik, yani bir hikâye/tarih (Geschichte) ortaya koyar.
Bir yandan toplumun enformatikleşmesi, onun anlatısızlaşmasını hızlandırmaktadır. Diğer yandan, enformasyon tsunamisinin ortasında anlam, kimlik ve yönelim ihtiyacı, yani kendimizi kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğumuz sık enformasyon ormanını temizleme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Komplo teorileri de dahil olmak üzere geçici anlatı seli ve enformasyon tsunamisi nihayetinde aynı madalyonun iki yüzüdür. Enformasyon ve veri denizinde sürüklenirken, bir anlatı çapası ararız.
Bugün, günlük yaşamımızda birbirimize giderek daha az hikâye anlatıyoruz. Hikâye anlatmak düşüşte çünkü iletişim enformasyon alışverişi şeklinde gerçekleşiyor. Sosyal medyada neredeyse hiç hikâye anlatılmıyor. Hikâyeler empati kapasitelerini geliştirerek insanları birbirine bağlar. Gerçek bir topluluk/ortaklık yaratırlar. Akıllı telefon çağında empatinin ortadan kaybolması, bu teknolojinin bir hikâye anlatma aracı olmadığının açık bir işaretidir. Teknik özellikleri zaten hikâye anlatmanın önünde bir engeldir. Tuşlarla yazmak, dokunmak ve kaydırmak anlatı jestleri değildir. Bir akıllı telefon yalnızca hızlandırılmış enformasyon alışverişine izin verir. Anlatıcılık ise yakın dinleme ve derin dikkat gerektirir. Anlatı topluluğu dikkatli dinleyicilerden oluşan bir topluluktur. Gelgelelim dikkatle dinleme sabrını, hatta hikaye anlatma sabrını giderek kaybediyoruz.
Tam da her şeyin bu kadar olumsal, keyfi, geçici ve rastlantısal hale geldiği, bağlayıcı ve birleştirici olan her şeyin çözüldüğü, yani mevcut olumsallık fırtınasının ortasında hikâye anlatıcılığı için bir vaveyla kopar. Anlatı enflasyonu, olumsallıkla baş edebilme ihtiyacına işaret etmektedir. Ancak hikâye anlatıcılığı, yönünü kaybetmiş, anlamdan yoksun enformasyon toplumunu yeniden istikrarlı bir anlatı topluluğuna dönüştürmekten acizdir. Aksine, hikâye anlatıcılığı çağımızın patolojik bir olgusudur. Anlatı krizinin uzun bir geçmişi vardır. Bu çalışma, bunun izini sürmeye çalışmaktadır.
Çeviri: Murat Erşen
KAYNAK: Byung-Chul Han, Anlatının Krizi, çev. Murat Erşen, Ketebe Yayınları, 2024.
Commentaires