Punctum gibi, “geniş anlam” gibi, “doyuma ulaştıran metin” de eleştiriyi reddeder, üzerine konuşulamaz, ele gelmez, olanaksızdır, kodlanmamıştır, sürekli yer, biçim, anlam değiştirir.
07/22 | Minyatür
William Klein, Little Italy, New York, 1954.
Punctum dergisinin yayın kurulu toplantılarında Roland Barthes’ın “studium-punctum” ayrımını doğal olarak sık sık anımsıyorduk. Açılış dosyasını “Eleştiri: hayranlık’tan linç’e” olarak belirlediğimiz için de konu gündemdeydi. Edebiyata olduğu kadar sanata, resme, sinemaya, fotoğrafa dair de düşünmüş, yazmış olan Barthes’ın fotoğrafa ilişkin bu kavramsallaştırması diğer disiplinlere de uyarlanabilir, giderek uygulanabilir miydi acaba? Eleştirel punctum diye bir kavram var mıydı? Ya da bir okuma biçimi olarak punctum’dan söz edilebilir miydi? Üzerine gitmek ilginç olabilirdi kesinlikle. Barthes’ın imgelere uyguladığı yöntemi kendi yazısına da uygulayıp uygulamadığı, ya da nasıl uyguladığı sorulabilirdi.
Neydi peki bu studium/punctum ayrımı?
Studium bilgiyle, kültürle ilişkili olan, klasik bir bilgi kitlesine gönderme yapan, kamusal, yüzeysel, basit, derinliksiz bir tür genel ilgiye karşılık gelir. Barthes kavramı Camera Lucida’da insan için bir tat, genel, hevesli ama tabii ki özel keskinliği olmayan bir tür kendini verme anlamında kullanır. “Politik tanıklık olarak da alsam, nefis tarihsel sahneler olarak keyfini de çıkarsam, bu kadar çok fotoğrafla ilgilenmem ancak studium yoluyla olur: çünkü biçimlere, yüzlere, hareketlere, mekânlara ve eylemlere kültürel olarak (bu çağrışım studium’da vardır) katılırım.”
Studium’u kıran, aşan ikinci öğe punctum’dur: kendisini izleyiciye sunan, kültürün dışından, başka bir yerden ok gibi fırlayan ve bana saplanan şeydir o. İstemsizce yükselmiş, yaklaşmış, ulaşmıştır. Barthes’ın tanımladığı anlamda punctum bir yaradır, sivri uçlu bir aletle yapılan izdir, diken batmasıdır, noktadır, ısırık, benek, kesiktir. “Bu tekil karakterli boşlukta ara sıra (ama ne yazık ki çok ender olarak) bir ‘ayrıntı’ beni kendine çeker. Onun biricik varlığının okumamı değiştirdiğini, ve gözümde daha yüksek bir değerle belirtilmiş yeni bir fotoğrafa baktığımı hissederim. Bu ayrıntı punctum’dur.”
Barthes benzer bir ayrımı başka bir yazısında yineler. Eisenstein’ın Korkunç İvan’ı hakkında, daha doğrusu filmden çekip alınmış birkaç kare hakkında, yani filmden film fotoğrafına dönüşmüş görüntüler hakkında kaleme aldığı araştırma notlarından oluşan “Üçüncü Anlam” adlı yazısında. Bu yazı aslında, Türkçeye Görüntünün Retoriği, Sanat ve Müzik olarak çevrilen eleştirel denemelerin üçüncü cildine adını veren kavram çiftinin de ortaya çıktığı bağlamı oluşturmaktadır: L’obvie et l’obtus.
Richard Avedon, William Casby - born in slavery, 1963.
Barthes çarın başından aşağı altın yağdırıldığı sahnede üç anlam düzeyi belirlenebileceğinden bahseder. İlki bilgilendirici olan iletişim düzeyidir. İkinci düzey farklı simgeselliklerin bir arada yer aldığı bir tür anlamlama düzeyidir. Sonrasında üçüncü anlam düzeyi ortaya çıkar: “Ben (hem de büyük olasılıkla ilk olarak) apaçık, dağınık ve inatçı bir üçüncü anlam okuyorum, alımlıyorum.” İlk iki düzeye, iletişim ve anlamlama düzeylerine karşıt olarak bu üçüncü düzey simgeselleştirme düzeyidir.
Tam da bu aşamada Barthes studium-punctum ikilisini çağrıştıran bir anlam dizgesini devreye sokar. Bu ikilide studium’a benzeyen “açık anlam”dır (le sens obvie). Kendini kabul ettirmeye çalışan, kasıtlı ve bir çeşit genel, ortak simgeler sözlüğünden alınmış olan bu anlam, kapalı bir açıklığa sahiptir: “Obvius öne gelen demektir ve gelip beni bulan bu anlamın durumu tam da böyledir.” Diğeri ise punctum’u çağrıştırır (tabii aslında söz konusu yazı çok daha önce yazıldığı için “önceler” demem gerek her ikisi için de). “Aynı anda hem ısrarcı hem kaçak, hem pürüzsüz hem anlaşılması zor olan öteki anlama, tam olarak kavrayamadığım bir ek gibi “fazladan” gelen anlama gelince, ona geniş anlam (le sens obtus) demeyi öneriyorum.”
Koen Wessing, Nicaragua, 1979.
“Geniş anlam” ile punctum ilk bakışta aynı gibidir: Geniş anlam kültürün, bilgi birikiminin, bilginin dışına uzanır; geniş anlamı kaldırsanız da iletişim ve anlamlama kalacak, dolaşacak ve geçişler yapacaktır; geniş anlam olmadan da konuşabilir ve okuyabilirim, vs. Bir yandan da Barthes’ın “geniş anlam”ı betimlerken kullandığı ifadelerle punctum için kullandıkları pek de birbirlerine benzemiyor gibidir. Punctum’un sivri, sert, delici niteliğine, saplanan, iz bırakan, ısıran tavrına karşın obtusus, köreltilmiş, şeklen yuvarlaklaştırılmıştır. Fakat bir süre sonra Barthes yeniden fikir değiştirir ve bu ikisini biçimsel olarak da yakınlaştırır: “Geniş anlam, bilgilere ve anlamlara ait ağır katmanın işaret edildiği bir vurgu, bir çıkıntının biçiminin ta kendisi, bir pli (hatta bir pot) olarak görülebilir. Geniş anlam betimlenebilseydi, tam da bir Japon haiku’su, anlamlı içerikten yoksun yinelemeli hareket, anlamının (anlam isteğinin) üstü çizilmiş bir tür bıçak yarası gibi olurdu.”
Barthes “geniş anlam”ı, daha sonra da punctum’u tam da bu sebeple, orada olduğunu bildiği fakat kesinlikle betimleyemediği, açıklayamadığı, anlamlandıramadığı şeyi nitelemesi için icat etmiş gibidir. “Geniş anlamın bozduğu, kısırlaştırdığı şey üstdildir (eleştiridir).” O halde punctum eleştiri karşıtıdır. Eleştirinin tam olarak sezemediği, karşılayamadığı, ele geçiremediği bir şeyin izini sürmektedir bu tarz bir anlam arayışı.
Barthes okurla eleştirmen arasındaki farklardan, ayrılıklardan söz ederken şöyle der: “Bir okurun kitapla nasıl konuştuğunu bilemeyiz.” Sanki burada da yine o belli belirsizlikten, batma anından, punctum’dan söz etmektedir: “Niçin, yani nerede olduğunu söyleyemiyorum, ama Wilson beni tutuyor…”
Punctum Barthes’ta öncelikle dilsel bir kategoridir: dilin bir niteliği, bir okuma jesti. “Bir hastalığım vardır benim, der, “dili görürüm.” Bu görme anıdır Barthes’ın okuma üslubunu şekillendiren: yazıya bakar, orada önce birtakım harfler, şekiller, boşluklar, çizgiler görür, sonra sonra, birtakım kristalleşmelerin, bir araya gelişlerin ortaya çıktığını fark eder; yazı tutmaya başlamıştır.
Demek ki eleştirel dilden çok bir okuma dilidir Barthes’ın peşinde olduğu. Okuma da belki bu anlamda ikiye ayrılabilir: Studium olarak okuma: “Studium tam anlamıyla kaygısız tutkunun, değişken ilginin, tutarsız adın o geniş alanıdır: severim/sevmem. Studium âşık olma düzeyinde değil, hoşlanma düzeyindedir; yarım bir tutku, yarım bir istek harekete geçirir; “idare eder” bulduğumuz insanlara, eğlencelere, kitaplara ya da giysilere karşı duyduğumuz gibi belirsiz, kaypak ve sorumsuz bir ilgidir.” Punctum olarak okuma: metinde arayıp bulmadığımız, metinden, okumadan kopup gelerek bizi delip geçen bir ayrıntı, bir yara, diken batması, nokta.
André Kertész, The Violinist, 1921.
Barthes Eleştiri ve Gerçek’te “punctum olarak okuma”nın işaretlerini çoktan vermiştir zaten: “Bir metne gözlerle değil de yazıyla ‘dokunmak’ eleştiri ile okuma arasına bir uçurum sokar, bu da her anlamlamanın gösteren kıyısıyla gösterilen kıyısı arasına soktuğu uçurumdur. Çünkü okumanın yapıta verdiği anlam konusunda dünyada hiç kimse bir şey bilmez, belki de bu anlam, arzu olduğundan, dil izgesinin ötesinde kurulduğu için.” Demek ki Barthes’ın yapmak istediği, metne gözleriyle dokunmaktır. Kendisini zaman zaman metinden yükseliveren dikenlere, saplanan, ısıran, kesen imlere bırakmaktır tamamen. Bunlar metnin, anlatının, hikâyenin bağlamından, konudan, kahramanlardan, dilden, bilgiden, içerikten, kültürden tamamen bağımsız, anlık jestlerdir. Özellikle son döneminde ortaya çıkan bu yaklaşım, Barthes’ın eleştirmenden denemeciye hatta denemeciden düpedüz romancıya dönüşmesini sağlamıştır.
Barthes’ın bir metni okumaya başladığını hayal edelim. Barthes’ın okumasını okumaya çalışalım. Nasıl herhangi bir fotoğrafı uzun uzun okuyabiliyorsa, şimdi de metni, tıpkı bir fotoğrafa bakan izleyici gibi görmeyi, okumayı arzulamaktadır, sürekli elinden kaçıveren, yer değiştiren, farklı anlamlara girip çıkan birtakım sözcüklere takılır, metnin punctum’unu aramakta, fırlayıp kendisine saplanacak o parıltılı sözcüğü beklemektedir içten içe. James Van Der Zee’nin fotoğrafında olduğu gibi: ilgisini önce gözlük çeker ama onu delmez; onu delen şey kemerdir ama daha da önce zenci kadının bağcıklı ayakkabılarıdır. Birkaç bölüm sonraysa, tıpkı bir polisiye roman okuyormuşuz gibi, asıl punctum’un, içinde işlemeyi sürdüren bu fotoğraftaki kadının taktığı kolye olduğunu fark ettiğini söyleyiverir.
Nadar, Savorgnan de Brazza, 1882.
Barthes punctum’un peşi sıra ilerlerken bir süre sonra bu tespit edilemezliğin, adlandırılamazlığın, yeri gösterilemezliğin punctum’un yokluğuna değil, belli bir görünmezlik barındırma, genleşme, genişleme, fotoğrafın tamamına yayılma özelliğine işaret ettiğini düşünür. Punctum fotoğraftaki bir ayrıntıdan bir duruşa, hatta yalnızca orada oluşa, varoluşa evrilen, giderek biçimsizleşen, bulanıklaşan, bir anıya, anımsama etkisine dönüşür. “Belli fotoğraflara olan bağlılığımı sorgularken, kültürel bir ilgi alanını (studium), bazen bu alandan geçen ve punctum adını verdiğim o beklenmedik parıltıdan ayırt edebileceğimi düşünmüştüm. Artık biliyorum ki “ayrıntı”dan başka bir punctum (başka bir “stigmatum”) daha var. Artık biçime değil, ama şiddete ait olan bu yeni punctum, noema’nın (“bu vardı”) iç paralayıcı vurgusu ve onun salt temsili olan Zaman’dır.”
Burada, tıpkı geniş anlamda olduğu gibi bir tür “genişletilmiş punctum”dan söz etmek mümkündür artık. Punctum genleşmiş, genişlemiş, fotoğrafın/metnin tümüne yayılmış, belli belirsiz bir anıya, bir jeste indirgenmiştir. Hakkında konuşabilmek pek de mümkün değildir. Bir iz, bir çentik, bir nokta değildir. Daha çok zamansallaştırılmış mekândır, süredir, süreçtir, bellektir. Fazladan gelen, sonradan gelen, hatta gerçeğin ardından yani fotoğraf ve metin artık benim, Barthes’ın önünde değilken, yalnızca anımsanmışken ortaya çıkıveren şeydir, ektir.
Barthes sonunda studium/punctum ve obvie/obtus (açık anlam/geniş anlam) dizgelerini kat ederek üçüncü bir ayrıma ulaşır: Haz veren metin/Doyuma ulaştıran metin.
“Haz veren metin: memnun eden, dolduran, esenlik veren; kültürün içinden gelen, bağını koparmayan, rahat bir okuma sunan bir metin.” Studium gibi, “açık anlam” gibi “haz veren metin” de eleştiriye açık metindir, üzerine konuşulabilir, edebiyattan haz alır, haz verir, her zaman yorumlanır, her zaman hazırdır, buradadır, anlamlıdır, yararlıdır, öğrenilebilir, öğretilebilir, tarihseldir, kodlanmıştır vs.
“Doyuma ulaştıran metin: kaybetme duygusu veren, okurun rahatını kaçıran (belki biraz da iç sıkıntısı yaratan), tarihsel, kültürel ve psikolojik dayanaklarını sarsan, zevklerindeki, değerlerindeki ve anılarındaki karanlığı bozan, dille arasındaki ilişkiyi krize sürükleyen bir metin.” Punctum gibi, “geniş anlam” gibi, “doyuma ulaştıran metin” de eleştiriyi reddeder, üzerine konuşulamaz, ele gelmez, olanaksızdır, kodlanmamıştır, sürekli yer, biçim, anlam değiştirir.
Denklem şu şekildedir o halde:
studium + açık anlam + haz veren metin = eleştiri
punctum + geniş anlam + doyuma ulaştıran metin = okuma
Barthes okuma ile eleştiri arasındaki karmaşık ilişki üzerine düşünürken tüm bu araçları devreye sokar. Kavram ikililerinin kendi aralarındaki geçişliliklerini, yer değiştirme olasılıklarını, sınırlarını hesaba katar; tabii ki burada “biri anlatımcı diğeri eleştirel iki dil arasında savrulan bir özne olmanın sıkıntısı”nın başrolde yer aldığını görmemek olanaksızdır. Barthes sürekli olarak studium’dan punctum’a, eleştiriden okumaya gidip gelir. Dolayısıyla “punctum olarak okuma” da sürekli yeni yeni çelişkiler, açmazlar, verimli ara bölgeler üretmektedir.
Robert Mapplethorpe, Phil Glass and Bob Wilson, 1976.
Punctum’un bir ayrıntıdan hareket ederek her yere yayılan evreninde Barthes doyuma ulaştıran metin ile okuma eylemini neredeyse üst üste bindirir. Metnin Hazzı’nda şöyle diyor: “Bu metin hazzın dışındadır, eleştiri kabul etmez, ancak doyuma ulaştıran başka bir metin aracılığıyla ulaşılabilir ona; bu tür bir metnin üzerine konuşmak olanaksızdır, ancak onun dilini konuşabilirsiniz, onun tarzında konuşabilirsiniz, çılgınca bir intihale yönelirsiniz, histerik bir halde, doyumun bıraktığı boşluğu anlatırsınız (hazzın sözünü saplantılı bir şekilde tekrar etmek değildir bu).” Eleştiri ve Gerçek’te ise aynı konuma “okuma”yı yerleştirir: “Yalnızca okuma yapıtı sever, onunla bir arzu bağıntısı sürdürür. Okumak yapıtı arzulamaktır, yapıt olmak istemektir, yapıtı yapıtın kendi sözü dışında herhangi bir sözle seslendirmeyi yadsımaktır: arı bir okurun üretebileceği tek yorum öykünmedir (okuma ve öykünme tutkunu Proust örneğinin de gösterebileceği gibi).” Okuma’dan eleştiriye geçmekse arzu değiştirmektir, artık yapıtı değil de kendi dilini arzulamaktır.
Barthes yaşamı boyunca bu eşikte kalmıştır: bir yandan punctum’un geniş anlamına, alanına yayılmış olarak, doyuma ulaştıran metinle özdeşleşmiş olan okumanın sıcacık koynunda yaşamayı düşlemiş, diğer yandan da studium’un, açık anlamın, arzu değiştirerek kendi dilini arzulamaya başlayan eleştirinin bölgesinde işlemiştir. “Okumak, yazmak: bütün yazın bir istekten ötekine gidip durur. Kaç yazar yalnızca okuduğu için yazmıştır? Kaç eleştirmen yalnızca yazmak için okumuştur?” Çelişki tam da buradadır; okur olarak kalsaydı, yazmak isteyip de asla yazamadığı yapıtla tam bir özdeşleşme, bir olma duygusuna ulaşabilecek, onun dilini, onun tarzında konuşacaktı. Oysa yazmak istemiş, okuma’dan eleştiriye geçerek kendi dilini arzulamış, tam da bunu yaptığı anda ise yazmak isteyip de asla yazamadığı yapıttan tamamen kopmak zorunda kalmıştır.
“Bütün bunlar bir roman kişisi tarafından söylenmiş gibi kabul edilmelidir.”
Comments