top of page

Hamlet

  • Emine Ayhan
  • 18 Oca
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 26 May


Hayranlıktan sembolik lince, ödülden cezaya, övgüden sövgüye, davetten sorguya, çağrıdan yargıya uzanan dil oyunlarının anlamı çoktan atanmış terimleri arasında kendi ifadesine yol bulmaya çabalar; dil tuzaklarına yakalanmayayım derken seker, yana atlar, yalpalar, çok kez de düşer.


01/25 | Kitap



Önceden okuyup da etkisinden çıkamadığım bir kitabı okuyup okumadığım gibi bir soruyla karşılaşınca “evet, okudum” demekte genelde tereddüt ederim. Bu tereddüdüm de arkasındayım. Sanki kitap dediğin salt okunan bir şeymiş, gözle takip edilen sayfalardan mürekkep bir gövdeden ibaretmiş ya da kitabın ömrü yüce okuma eylemini gerçekleştiren okurun (günümüz yayın-reklam piyasasındaki kullanımıyla kapitalist ilişkisizlik kokan bu izole “okur” lafına da hiç alışamadım ya) onu tamamlama iradesine endeksliymiş gibi: Okudum bitti, “ben” okudum (hangi “ben”?), okur olarak okudum, pek âlâ! Oysa Hrabal’ın bu yıl ikinci kez okuduğum Gürültülü Yalnızlık’ının atık kâğıt pres işçisi ya da kâğıt balyası sanatçısı anlatıcısı Haňt’a’nın da dediği gibi, “gerçek bir kitap hep bir başka yere, kendi dışına göndermede bulunur,” yani gerçek bir kitap ağlarını başka metinlere, yerlere, yaşantılara, hallere atıp duran, okunduktan belki yıllar sonra sözgelimi karşıdan karşıya geçerken ya da bir rüya gördükten, bir yüzle, jestle, ifadeyle karşılaştıktan sonra çat diye çıkagelen saçılgan, bulaşıcı bir mahlûktur. Hem kitaplar da bizi okur, hatta bazen yazar, en azından tekrar okumak üzere döndüğümüz kitaplarla bakışmamızda bunu farkederiz, hele de o kitapların üstüne notlar almak gibi (kötü) bir alışkanlığımız varsa. Bu yıl en az on beş, yirmi kitabı yeniden okumuşumdur, bir kısmı işim gereği ama çok çeşitli vesilelerle yeniden dönerim “okuduğum” kitaplara. Ovidius’un “aynı olanı başka türlü [değiştirerek] anlatma” düsturu gibi, ben de “aynı olanı başka türlü okumaya” inanırım, hiç erinmem. Bu yeniden okumaların mahcubiyetle karışık nispi bir zevki de vardır. Önceki okuma katmanlarında neleri gözden kaçırdığımı, neleri işime geldiği gibi ya da salt “bildiğim” kadarına indirgeme ısrarıyla okuduğumu kitabın yüzüme vurmasından kaynaklanan bir mahcubiyet: kitabın seni okuması dediğim şey. Ve kitabı evvelce sözümona okumuş o kaba saba, o inceliksiz “ben”le(rle) aramdaki kat edilmiş mesafeyi görmenin verdiği zevk ya da belki şükran demeli. Bu sene Shakespeare’in Hamlet’inin 2001 Aralık’ında Ankara’dan edindiğim Bülent Bozkurt çevirisini (iki Quarto, bir Folyo olmak üzere, hangi Hamlet?) üç İngilizce versiyonuyla ve iki Türkçe çevirisiyle karşılaştırarak üç, belki dört kere yeniden okudum. Kitabın 2001’den bu yana benim ve (kendine bir türlü Türkçe bir Hamlet çevirisi edinemeyen) yakın arkadaşım tarafından kaç kere okunduğu meçhul. Üstünde farklı kalemlerle, yıllar içinde değişen el yazılarımızla alınmış notlar, karalanmış çizimler (hayalet, Gertrude, yıldızlar, kalpler, mürekkep karası cüppe, vs), çeviri düzeltmeleri, İngilizce metinden eklemeler falan var. Belli ki Hamlet’te hararetle cevaplar aranmış, daha kötüsü bazen bulunmuş da, ah ne utanç! Mesela ilk çömez okumalardan şöyle bir not: (Hamlet için) “Kendi iradesine sahip değil” “Sen çok sahipsin ya” diye not düşmüş sonradan okuyan, bu serseri çömeze. Oyunun bazı yerlerinde işaretlenmiş şu cins notlar, yine ilk okumalardan: climax burda, burası point of no return, şura trajik hata, şurası da hubris, vs. - Öğrendiğimiz tragedya kavramlarını işaretleyelim, aferim genco! Derken daha felsefi ve politik okumaların peşisıra düşülen notlar; tahammülfersa bir bilgiçlik. 2010’lara doğru olacak, imge dokusu takip edilmeye başlanmış; bir kelime, bir şiir dikkati, nihayet! Birkaç yıl önce gördüğüm bir rüyadan nefes nefese uyandıktan hemen sonra Hamlet aklıma üşüşünce, onun yükünü bunca okumaya rağmen zerrece anlamadığımı farketmiştim. Zaten giderek Hamlet’in ve yeniden döndüğüm, daha doğrusu, beni pervane gibi döndüren başka metinlerin, hepsi de birbiriyle konuşan ve birbirine gönderen yeniden yazımlar ve yeniden okumalar olan, dünyanın bana göre bu en acayip beşeri mahlûklarının anlaşılmak gibi bir gerekçe için varoldukları fikrisabitinden de uzaklaştım. Hamlet’in Folyo metninin açılışı, Barnardo “bana” sesleniyor: “Kim var orda?” Francisco’nun sesine yedeklenerek ona karşılık veriyorum: “Sen cevap ver önce. Olduğun yerde kal ve [katlarını açarak] göster [unfold] kendini.” Biliyorum ki, Hamlet hiçbir zaman olduğu yerde kalmayacak ve katlarını her defasında yeniden yeniden açacak benliğin katmanlarıyla, Barnardo da her “kim” diye sorduğunda karşısında başka birini bulacak. “Okur”muş!



Üst
bottom of page