Y. Gurur Sev
Bir süredir hayatımı, çalıştığım ve yaşadığım yeri tümüyle değiştirmeyi arzuladığımdan olsa gerek, daha ilk sayfasında insanın yalnızca hayatında köklü bir değişiklik yaptığında kendini özgür hissedeceğini, başka bir deyişle insanın kendini özgür hissettiği tek anın hayatını kökünden değiştirdiği, deyim yerindeyse gemileri yaktığı an olduğunu söyleyen Psikopolitika’yı tekrar okuma ihtiyacı hissettim.
01/25 | Kitap

Bir süredir hayatımı, çalıştığım ve yaşadığım yeri tümüyle değiştirmeyi arzuladığımdan olsa gerek, daha ilk sayfasında insanın yalnızca hayatında köklü bir değişiklik yaptığında kendini özgür hissedeceğini, başka bir deyişle insanın kendini özgür hissettiği tek anın hayatını kökünden değiştirdiği, deyim yerindeyse gemileri yaktığı an olduğunu söyleyen Psikopolitika’yı tekrar okuma ihtiyacı hissettim. Kitabın güncelliğini koruyan, hatta önemi gitgide artan bir konuyu ele alıyor olması da bunda etkili oldu tabii. İnsanlar dijital dünyanın karşılarına çıkardıklarına hayret ettikçe ve birileri algoritmadan bahsettikçe de bu eserin önemi artmaya devam edecek gibi duruyor.
***
Entelektüel dünyamızda Foucault – Agamben çizgisi ve biyopolitika fikri yakın zamana kadar büyük ilgi topladı. Bedeni kendine nesne edinen disipline edici iktidar teknikleri, sanayi kapitalizmini anlamak ve açıklamak için sihirli bir anahtar, âdeta bir maymuncuk işlevi gördü. Ancak Koreli yazar Han’ın da vurguladığı gibi, biyopolitika artık çağdaş kapitalizmin açmazlarını çözecek bir düşünsel araç olmaktan çok uzak. Zira artık ne ürünler eskisi kadar maddî, ne de üretim eskisi kadar bedene dayalı. Üretilenler daha ziyade enformasyon ve programlar gibi cismani olmayan varolanlar. Bunların üretimi de bedenden çok zihne, ruha dayanıyor. Dolayısıyla bugünün kapitalizmi de artık uysal bedenlerden ziyade optimize edilmiş zihinlere ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden de neoliberal rejim bedenden ziyade ruhu sömürüyor, onu hedef alıyor. İşte bunu yapan iktidar tekniğine Han psikopolitika adını veriyor ve aynı adlı eserinde bu tekniğin düşünce veya karar öncesi anı hedefleyerek ve heyecanı tetikleyerek nasıl çalıştığını anlatıyor.
***
Bu noktada Han’a yöneltilen eleştirilere ilişkin de bir şeyler söylemek istiyorum. Evet, tüketilebilir ve çok yazıyor ve biraz kendini tekrar ediyor. Buna katılıyorum, fakat bu yazdıklarının ve müstakil bir eser olarak Psikopolitika’nın değerini azaltmaz. Yine, akademik dünyanın beklediğinden az kaynak göstererek, biraz serbest ve aforizmaya yakın kısa parçalarla yazıyor, bu da doğru. Bu tarz veya üslupta Nietzsche etkileri görenler var. Olabilir, Almanya’da çalışan ve Almanca yazan bir Koreli pekâlâ Nietzsche’den etkilenmiş olabilir. Etkilenmiştir de. Ama benim için Han Byung-Chul oldukça tipik bir Koreli filozof ve Kore düşünce tarihiyle ve akademisiyle az çok tanışıklığı olanlar zaten Kore’de felsefecilerin, Amerika’da doktora yapmış ve Anglosakson akademisine âşık olmuş biri değilse, böyle yazdığını ve bunun gayet olağan bir şey olduğunu bilecektir. Öte yandan, bu üslubun da, eleştiriler haklı bile olsa, Psikopolitika’nın değerini azaltmayacağını, eserin bugünü anlamada amiyane tabirle iyi bir “kafa açıcı” olduğunu düşünüyorum.
[*] Psikopolitika, Byung-Chul Han, çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, 2019.
Comments