Fatih Altuğ
Bu yıl Türkçe yazılmış ilk roman olarak bilinen Hovsep Vartanyan'ın Akabi Hikâyesi Aras Yayıncılık'tan çıktı. Betül Bakırcı'nın Ermeni harfli Türkçeden günümüz Türkçesinin standartlarına çevirdiği metnin daha önce Andreas Tietze tarafından yapılan akademik bir neşrini (Eren Yayıncılık, 1991) okumuştum.
01/25 | Kitap

Edebiyat araştırmacısının / hocasının en sık yaptığı pratiklerden biri yeniden okumak. Boğaziçi Üniversitesi'nde güz döneminde verdiğim Tanzimat romanı dersinde sekiz romanı tartıştık. Hovsep Vartanyan'ın Akabi Hikâyesi'nden Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası'na uzanan (Temaşa-yı Dünya, Taaşşuk-ı Talat u Fıtnat, İntibah, Müşahedat, Hayal ve Hakikat, Refet'e de uğrayan) bu hattı defalarca okumuşumdur. Tabii önceki okumaların tecrübesiyle oluşan yeni okumada da takip ettiğim okuma güzergâhları ister istemez oluyor. Derste tartışmak için bir metni tekrar okumak, o metne dair yerleşik bir okuma gerçekleştirmeme, kitapta işaretlediğim yerler aracılığıyla ve zaman kısıtı dolayısıyla her seferinde benzer dikkatler geliştirmeme yol açabiliyor. Ancak sınıfta canlı bir tartışma ortamı kurabildiğimizde, öğrencilerin okumaları ve yorumları da devreye girdiğinde o hat sarsılabiliyor. Önceki metinleri tartışırken beliren bir tartışma ekseni sıradaki metni yeniden okurken yerleşik güzergâhımın dışına çıkıp farklı yollara sapmamı sağlayabiliyor. Bazen de dersten bağımsız olarak o sıralar üzerine düşündüğüm başka bir bağlamdaki yazının meseleleri bu okumalara da sirayet edebiliyor: Çağdaş duygulanım kuramlarına dair okumaların bu on dokuzuncu yüzyıl metinlerinde teessürlerin belirişlerine yönelik dikkatimi artırması gibi.
Mesleğimin bir başka veçhesi olan Arap harflerinden Latin harflerine çeviriler de tekrar okumayla başka bir ilişkim. Böyle bir metnin çevirisi, kendi çevirimin kontrolü ya da bir başkasının çevirisinin son okumasını yapma, kendilerine mahsus yavaşlıkları olan tekrar okuma pratikleri. Ders için okumak belirli bir hızla ve yetiştirmek için okumayı gerektirirken çeviri esnasında bir metni sökmek, harflerin dizilişlerini anlamlandırmak zorunlu bir yavaşlığa sürüklüyor. İlk başta harfleri sökmek ve aktarmak esas mesele olduğunda işin zahmeti / keyfi başka türlü olsa da metni yeniden okurken gereken titizlik, yalnızca ifadelerin doğruluğuna yönelmiyor, metnin işleyişine, nüanslarına dair kıymetli vukuflar da doğuruyor. Bende ya da edebi kamunun o metne dair söyleminin ana akımında ilerleyen tartışmaların kıyısında / ötesinde / berisinde başka metinsel akıntıları keşfetmek için bereketli bir yavaşlık bu.
Bu yıl Türkçe yazılmış ilk roman olarak bilinen Hovsep Vartanyan'ın Akabi Hikâyesi Aras Yayıncılık'tan çıktı. Betül Bakırcı'nın Ermeni harfli Türkçeden günümüz Türkçesinin standartlarına çevirdiği metnin daha önce Andreas Tietze tarafından yapılan akademik bir neşrini (Eren Yayıncılık, 1991) okumuştum. Transkripsiyon işaretlerinin kullanıldığı ve bu romandan haberdar olmamızda hayli payı olan bu neşir aracılığıyla Akabi Hikâyesi'ni okumak, nedense benim için görev icabı bir okuma olarak gerçekleşmişti. Metin bana sirayet, ben metne nüfuz edememiştim. Bu yıl Aras basımı dolayısıyla tekrar okuduğumda Türkiye'de züppelik söyleminin ön-tarihinde yerini alacak sinyorluk pratiklerine dair satırlar hemen dikkatimi çekti. Züppe kelimesinin ve kavramının belirişlerine dair -bir süredir geri plana attığım- düşünceleri canlandırdı, düşünme ve okuma heveslerimi artırdı. Aynı zamanda romanı başından sonuna kat eden hüküm kavramı etrafında kurulan söylem ve eylemler modern egemenlik ve öznelik tarihini nüanslandırmak bakımından çok velut geldi. Metni dikkatle okuyan az kişinin zaten farkında olduğu bu meseleler, bu okumamda benim de gündemime daha temelli bir şekilde oturmuş oldu.
[*] Akabi Hikâyesi, Hovsep Vartanyan, Aras Yayıncılık, 2024.
Comments