top of page

Achille Mbembe ile Söyleşi


Post-kolonyal çalışmalar kapsamında nekro-siyaset kavramını teorize eden Achille Mbembe'nin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un danışmanlığını üstlenmesi üzerine kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtladığı, Jeune Afrique'de yayınlanan Ağustos 2022 tarihli söyleşiyi sunuyoruz.


10/22 | Söyleşi

 


Güney Afrikalı John Maxwell Coetzee veya Nijeryalı Chinua Achebe ve Wole Soyinka gibi birkaç romancı dışında, Achille Mbembe dünyanın en çok tercüme edilen Afrikalı entelektüeli. Yayınladığı her eser Katalanca, Felemenkçe, Sırpça, Danca, İsveççe, Arapça ve Japonca da dahil olmak üzere on beş dile çevrildi. Bununla birlikte, çalışmalarının uluslararası etkisi kıtada çok az biliniyor ve ona şiddetli eleştiriler yöneltmekten geri durmayan pek çok kişi de var. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un son Kamerun ziyaretinde ona eşlik etmesinden sonra olduğu gibi.


Jeune Afrique: Kamusal angajmanlarınız sebebiyle sürekli eleştirilere maruz kalmak sizi hayal kırıklığına uğratıyor mu?


Achille Mbembe: Teorik ve kamusal konumlanışıma verilen yanıtlar iki kategoride toplanabilir. Bir tarafta, bazen ad hominem yöneltilen saldırılar, yıldırma veya şantaj girişimleri ve hatta son zamanlarda az çok örtük tehditler söz konusu. Bunlar genellikle hayatlarında başarısız olan ve sefaletlerini açıklamak için her türlü günah keçisini kullanabilecek biçare bireylerden gelir. Öte yandan, boş ve hedefsiz olduklarından daha da gürültü çıkaran eleştiriler var. Bu velvelenin kaynağında genellikle gerçek meseleleri düşünmeye çalışmayan, onları anlamayan veya çok az anlayan ya da canı sıkılan insanlar var. Enerjilerini fikirler, projeler, artık her neyse onu inşa etmeye harcayabilecekken her şeyi yıkmayı tercih ediyorlar. Bu çok daha kolay geliyor! Gün boyu sosyal ağları kolonize ederek, küçük ayetullah’lar gibi davranarak, yere göğe hakaret ediyorlar.


Siyasi angajmanlarınızı eleştirmek için akademik çalışmalarınızı baz aldıklarını söyleyenlere nasıl yanıt veriyorsunuz?


Gerçek manada, akademik düzeyde ABD, Avrupa, Hindistan, Meksika, Brezilya, Türkiye gibi ülkelerde Afrika’da olduğundan daha fazla okunuyor, inceleniyor ve yorumlanıyorum. Pek az Afrikalı çalışmalarımdan gerçekten haberdar. Peki, bunun sebepleri neler? En basitinden, çoğunun bunlara erişimi yok. Erişimi olanlarsa ya bunları hiç okumuyor ya da doğru düzgün okumuyor. Kimileri de benim yazdığım konulardan bihaber ya da bir şeyler öğrenecek tevazuya sahip değiller.


Kesin olan şu ki, Afrika’da bu tartışma çarpıtılıyor. Başka yerlere düşünmeye, dinlemeye ve diyalog kurmaya, tartışmaya davet ediliyorum. Buradaysa fikirler alanında değiliz. En sekter olanlar kendi düşüncelerini üretmek yerine karikatürlerle beni yalanladıklarını iddia ediyorlar. Burnumu çeksem tıksırmaya başlıyorlar. Bu nedenle, fikirler geliştirmemizi ve kıtanın karşı karşıya olduğu zorlukların daha incelikli bir şekilde anlaşılmasını sağlayan oturaklı ve yapıcı fikir alışverişinden çok uzağız.




Çoğu sizin gibi entelektüellerden gelen bu ad hominem saldırıları neye bağlıyorsunuz?


Muhtemelen bunda haset ve kıskançlığın payı var. İyi de, bana hakaret edenler neden zaman içinde uluslararası akademik dergilerde ciddi kitaplar ve makaleler yayınlamıyor? Neden meslektaşlarının, tanınmış eleştirmenlerin ve hatta karar vericilerin dikkatini çekebilecek özgün fikirler, kavramlar ve analizler üretmiyorlar? Eh, çünkü bu, zahmet gerektiriyor; bütün bunlar ancak yıllarca süren sıkı çalışmanın, incelemelerin ve özverinin sonucunda ortaya çıkabilecek şeylerdir. Düşüncenin hizmetine girmek gerçekten de rahipliğe benzer; başarılı olmak için risk almak, tekrardan kurtulmak, yararlı bir şeyin parçası olma ihtiyacı hissetmek gerekir. Birçoğu, bu denli sarp yolları seçmek yerine sosyal ağlarda stres atmayı tercih ediyor. Ben bu konuda ne yapabilirim ki?


Ancak size yöneltilen eleştiriler içinde siyasi veya ideolojik mahiyette olanlar da var. Bunlara neden hiç cevap vermiyorsunuz?


Harcayacak vaktim yok.


Düşüncelerinizin yönünün değiştiğini iddia edenlere ne diyorsunuz?


Çalışmalarımı dikkatle takip etselerdi, tüm bu yıllar boyunca neyin inşa edilmeye değer olduğuna yönelik bir araştırmanın ve nasıl sorusunun her zaman düşüncemin merkezinde yer aldığını görürler ve bağnazlık, kimlikçilik ve her türlü ırkçılık ya da yerliciliği her daim eleştirdiğimi dikkate alırlardı. Buna ek olarak, bu düşüncenin nasıl da gitgide, yaşayan / canlı, ortak olan, gelecek olan demokrasi, onarım gibi temalar etrafında döndüğünü de göreceklerdi; çünkü aslına bakılırsa ben hiçbir zaman kapalı devre bir isyan için isyandan yana olmadım. Politik konumlarım her zaman teorik düşünümlerimin sonucu olmuştur. Toplumumuzun doğasına ve onu dönüştürmenin araçlarına ilişkin genel soru beni hâlâ meşgul ediyor. Uzun süre bu meseleye teorik eleştiri açısından yaklaştım. Söz konusu olan teori alanını tamamen terk etmek değil. Ama doğru, çizdiğim güzergâhta öyle bir noktaya geldim ki, yüzyılın asıl bahisleri karşısında, düşünce ve mevcudiyet tarzlarımızı genişletmek, canlılığın bütünü için yeni bağlar icat etmek istiyorsak hayal gücünde farklı şekillerde ikamet etmek bana kesinlikle zorunluymuş gibi görünüyor.


Hep isyankâr mıydınız? Bazıları sizin sadece küstah olduğunuzu söylüyor…


Hayattaki tek ve biricik hayalim baştan sona özgür bir zihin olmaktı. Ne düşünmem, hangi aksanla konuşmam, kimlerle arkadaşlık etmem, hangi görüşü savunmam, nasıl davranmam gerektiğini dikte eden, zihnime, vicdanıma yön veren biri olmasını asla kabul etmedim. Hiçbir ilmihal inancına inanmıyorum. Herhangi bir siyasi partiye veya mezhebe üye değilim. Üniversitemde öğretmenler sendikasına bile üye değilim. Herhangi bir kilisenin takipçisi değilim. Papazım da, malım mülküm de yok: Evim, arabam yok; boyun bağım yok. Paradan nefret ederim ve alnımın teriyle kazanmadığım paraya tenezzül etmem. Bu tür bir tutumluluk ve çileci neşeyi yaşamak isyankâr olmaksa, o zaman tüm hayatım boyunca bir isyankâr olmayı arzuladım ve bu hedeften çok da uzakta değilim.




Bu karakter özellikleri entelektüel ve politik kariyerinizi ne ölçüde etkiledi?


Kendimi gerçek soruların, deneyimleme şansı bulduğum karşılaşmaların, sahici bir merakın, beni sorgulayan insani durumların kollarına bıraktım. Örneğin, büyükannemin etkisi altında direniş ve mücadele meselesi ya da yine yenilgi anıları üzerine çok kafa yordum. İlk çalışmalarım boyun eğmezlik ve disipline gelmezlik pratiklerine odaklandı. Hıristiyanî peygamberlik geleneklerinden, kurtuluş teolojisinden, Yahudi mesihçiliğinden derinden etkilendim. Aynı şey, Afro-Amerika tarihsel deneyimi ve Güney Afrika deneyimi için de geçerliydi; ne yazık ki ikisi de Fransızca konuşulan Afrika’da ya çok az bilinir ya da çok az incelenmiştir.


Gördüğünüz gibi, beni en çok etkilemiş düşünce akımlarının hepsi fazladan bir esine, belli bir manevi temele, sınırlı ve kapalı bir köye değil, gerçekten küresel bir topluluğa ait olma projesine dayanıyordu. Hiçbir zaman “siyaset için siyaset”le yetinmedim. Siyaset tek başına yeterli değildir. Bu ilham, bu soluk, bu anlam, daha fazlası olmadığında, iktidardan başka bir hedefi veya amacı olmayan, kaba bir “iktidar için iktidar” meselesi haline gelir.


Şiddete başvurmak veya belirli radikalizm biçimlerini benimsemek konusundaki isteksizliğinizin açıklaması bu manevi boyut mu?


Bu manevi boyut, tüm bu yolculuğun beni neden sonunda, eğer varsa zamanımızın tayin edici soruları olan “canlı ve ortak olan” meselesine götüreceğini açıklıyor. Aynı zamanda, mezhepçilik (sectarisme) ve zamanın köy ruhu karşısında, benim neden durmadan, dünyaya açılmanın, dünyanın kapalılığını açmanın bir yolu olarak veya içinde yaşadığımız çağın icap ettirdiği benzersiz, zorunlu gezegensel bilinç figürü olarak Afropolitanizmden bahsettiğimi de açıklıyor. Mütehakkimlerin uyguladığı şiddetin diğer tüm şiddetlerin anası olduğunu biliyorum. Ayrıca tarihin belirli zamanlarında direnmekten başka çare olmadığını da biliyorum. Böyle bir durumda, iki büklüm halde yere yapışmaktansa, gerekirse dimdik ölmeyi tercih ederim. Mesele soyut düzlemde seçimler yapmak değil. Asıl mesele, her seferinde nefret, aptallık ve mezhepçilik karşısında zekâ ve umuttan yana bahse girerek, bu seçimleri günlük hayatta, gerçek ve yerleşik mücadelelerde yaşamak. Aptallıktan beslenen ve nefreti besleyen mezhepçilikten nefret ediyorum.




Pan-Afrikanizmin entelektüel ve politik gelişiminizde yeri var mı?


Hıristiyanî çarmıha gerilme ve diriliş motifleri beni her şeyden çok etkiledi; belki de bunun sebebi, bunlarda tüm varoluşun hem trajik hem neşe tarafının doğrudan yer almasıdır. Bu motiflerin antikolonyalizm yorumum ve kurtuluş felsefem üzerindeki etkileri yadsınamaz. Pan-Afrikanizm benim için her zaman, bir dogma olmaktansa, ucu açık bir soru olmuştur. Gününüzü Kwame Nkrumah, Patrice Lumumba, Cheikh Anta Diop, Frantz Fanon ve diğerlerini tilavet ederek geçirince kesinlikle hiçbir şey yaratmış olmuyorsunuz. Zamanımızın zorluklarına karşılık vermek için hem onlarla hem de onlara karşı düşünmeye mecburuz. Benim için Afrika hem bir güç rezervi hem de rezerv halinde bir güç. Bir gün tekrar kendi merkezi, kendi gücü, kolonizasyondan miras kalan sınırların ötesinde geniş bir dolaşım alanı olması, başlı başına bir jeopolitik aktör haline gelmesi için savaşıyorum. Bu noktaya ise mezhepçilik ve nefretin aptallığıyla değil, kolektif aklın kaynaklarını seferber ederek ulaşacağız.


Ülkeniz Kamerun ile ilişkinizin mahiyeti tam olarak nedir?


Çok gençtim, memleketimle sorunlarım vardı. Ernest Ouandie idam edildiğinde 14 yaşındaydım. Ortaokulda yatılı okurken onun ve Piskopos Albert Ndongmo’nun davasını izlemiştim. Bu hadise bende büyük bir etki yarattı. Büyükannem bağımsızlık mücadelesi hakkında çok şey anlatmıştı bana, bu mücadeleye kendisi de katılmıştı ve Ruben Um Nyobe’nin yoldaşı olan tek oğlunu bu yolda kaybetmişti. Adı Pierre Yem Mback’ti. Ruben Um Nyobe’nin unutulmaktan kurtarmaya çalıştığım yazılarını yayımladığım için on yıl boyunca dışlandım. Hem onun hem de o dönemin diğer şehitlerinin adlarının alenen anılmasının yasak olduğu bir dönemdi. Bu yüzden tarihimize ve nelere kadir olduğumuza ilişkin görüşüm hiç de naif değil. Şu dönemde eserlerimi doğru dürüst okumak yeterli. Böyle bir görüş açıklığına can atıyorum. Geri kalanı için en büyük dileğim, Kamerun için büyük bir genel uzlaşma ânının yakında gerçekleşmesidir.


Gelelim Fransa ile olan ilişkilerinizi nasıl nitelendirdiğinize?


Ortak bir tarihimiz var. Silinmesi mümkün değil. Ancak birlikte bir geçmişe sahip olmak, otomatik olarak ortak bir geleceğe sahip olmak anlamına gelmez. Hiçbir yere varmayan yollara açılan steril anılar vardır. Risk, bu steril hatıralara takılıp kalmaktır. Benim yaptığım asla Fransa’nın Afrika’da uyguladığı politikanın nihilist bir eleştirisi olmadı. Hep yapıcı bir ufkun var olabileceği umuduyla yaşadım. Bunun işaretlerinin şifresini çözebilmemiz de gerekiyor, bu da sürekli uyanık kalmayı icap ettiriyor. Gelecek icat edilmelidir. Bunu gerçekleştirmek için, Fransa ile çocuksu ve bazen histerik de olan ilişki biçiminin dışına çıkmalıyız.


Emmanuel Macron ile yakınlaşmanızın sebebi bu mu?


Bir süre daha yavaş yavaş can çekişse de, Françafrique’in geleceği yok. Birçokları bunu anlamaya başlasa da, Fransız tarafında olduğu gibi Afrika tarafında da çok az kimse, onun yerine ne koyulacağına dair net bir fikre sahip. En vahimi, Françafrique’in, onu sürdürmek isteyenlerden çok, onunla savaştığını iddia edenlerin zihninde varlığını devam ettirmesi olur. Bu nedenle tarihsel düzlemde bir fırsat penceresi var. Benim iddiam bu, ama tabii ki yanılıyor olabilirim. Bu fırsatı yakalamak ve bu pencereyi genişletmeye çalışmak zorundayız çünkü uzun süre açık kalmayacak. Katkıda bulunmaya çalıştığımız şey bu, hem zaten Afrika ve Fransa’daki kaç kişi, hareket ve küçük kolektif buna nasıl katkıda bulunuyor ki…




Emmanuel Macron’un son Afrika turu sırasında Kamerun’da ona eşlik etmeyi kabul ettiğiniz için eleştirildiniz. Bu daveti neden kabul ettiniz?


Neye takıldıklarını anlayamıyorum.


Siz, bir aydın olarak böyle bir daveti kabul ederek, elinizi kolunuzu bağlamış olmuyor musunuz?


Emmanuel Macron asla elimi kolumu bağlamamı teklif etmedi. Aslında onun beklediği, her zaman istediği şey, elimin kolumun mümkün olduğunca özgür olması. “El” diyorum, ama aslında söz konusu olan “beyin” tabii. Eğer bir suç ortaklığı varsa -ki bu birçok cahil insanı çileden çıkarıyor- tam da bu temeldedir. İktidarla, herhangi bir iktidarla girilecek ilişkiyi tam bir özgürlük içinde sürdürmek gerçekten de mümkündür. Aklı kıtlar bu tür bir ilişkiye alışık olmadıklarından, onların ben ya da Emmanuel Macron’la ilişkim hakkında pek çok fantezinin filizlenmesine yol açtıklarını anlıyorum.


Fransa ile net bir kopuşu savunanlara ne diyorsunuz?


Defalarca söyledim, Afrika’nın kendi kendisine sunamayıp da Fransa’nın Afrika’ya verebileceği hiçbir şey yok, kesinlikle. Daha iyi bir tarihsel bahis ve daha radikal bir özgürlük ilanı da yoktur. Yine de sonuçları ölçüp biçmek ve bunları üstlenmeye hazır olmak gerek. Ortak bir dünyayı yeniden icat etme perspektifinden, Fransa ile kısır bir şekilde karşı karşıya gelmekten kurtulmamız gerektiğine inanmak konusunda yalnız olmadığımı düşünüyorum; çünkü başka seçeneğimiz yok. Büyük zorluklar ortak; gelecek de ancak ortak olabilir. Tahmin edebileceğiniz gibi, dünyanın geri kalanıyla, Fransa’yla olduğu gibi ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Almanya ve dünyanın diğer güçleriyle eleştirel bir ilişki kurulmasını talep edenler arasındayım. Her halükârda, bunlar kararnameyle olacak şeyler değil. Öyle doğaçlama kopuş olmaz. Okuyup üfleyerek yapılmaz, inşa edilir.


Montpellier Zirvesi’nden yaklaşık bir yıl sonra, hangi noktadayız?


Yavaş yavaş, yeni aktörlere, yeni akıllı araçlara ve en başta da dikkate değer bir genç insan kaynağına sahip olduğumuz bizatihi Afrika’da, başka bir ekosistem kurulmalı. Demokrasi için İnovasyon Vakfı önümüzdeki ekim ayında duyurulacak, faaliyetlerine ise 2023’te başlayacak ve bundan böyle kolektif aklın dirilişiyle ve vatandaş seferberliğinde kendini adamış kişilerle inşa edilecek. Bu, onlara rezonanslar ve gelişme olanakları sağladığı kadar, aynı zamanda da tartışma, fikir teatisi, bilgi ve anlam inşası, hedefi belli pedagojik güzergâhlar, kolektifler arası ağlar ve yenilikçi projeler için destek yönünde fiziksel ve dijital alanlar da sunacak. Vakıf, hem dinleyecek hem işbirliği içinde olacak hem de aktarım sağlayacak. Akıllı teknolojilere yatırım yapacak... Kısacası, bilgiye erişim, farkındalık ve seferberliğin yeni biçimleri, demokrasi düşüncesini yeniden canlandırmak ve iyi niyeti harekete geçirmekle ilgilenen herkesle adım adım birlikte inşa edilecek. Akılda, kıtadaki demokratik gündemi canlandırmak var.


Afrika Dünyaları ve Diaspora Evi’nin (La Maison des mondes africain) durumu ne olacak?


Afrika Dünyaları Evi, Emmanuel Macron’un ikinci beş yıllık görev süresinin bitiminden çok önce gün yüzü görecek. Luc Briard, Liz Gomis ve birçok başka insan anlayış ve kararlılıkla bu konuda çalışıyorlar. Arzumuz, [Paris Belediye Başkanı] Anne Hidalgo başta olmak üzere Paris Şehri’nin, bu projenin hem Fransa’da hem de dünyanın geri kalanında yarattığı büyük coşkuya iştirak etmesi. Montpellier Zirvesi’nin ruhuna uygun başka girişimler de sürüyor. Tarihçi Leyla Dakhli tarafından yönetilen Göçebe Kampüs ve Afrika-Avrupa Koleji’nin durumu böyle. Özellikle yarının müzeleri ve diğer üçüncü yerler [sosyal çevreler] veya Afrika’daki kültür endüstrilerinin gelişimi konusunda kademeli olarak başka çalışma grupları kurulacak. CNRS veya IRD gibi büyük araştırma kurumlarında da aynı atılım devam ediyor. AFD, kuluçka dönemindeki bu canlanmanın ön saflarında yer aldığından yabana atılmamalı. Aslında mevzu geniş bir yelpazeyi içeren ve nesilleri kapsayan entelektüel bir harekete ivme vermek. Bunun için fikir ve kavramlar açısından gerçek bir yeniden silahlanmaya ihtiyaç var. Montpellier Zirvesi, bu yeni akıl biçimine dayanan sivil toplumla önemli bir diyaloğun yolunu açtı. Akıllı araçlar vasıtasıyla, bu düşünce tarzını benzeri görülmemiş işbirliklerinin hizmetine sunarak bu ilişkiyi dönüştüreceğiz. Ayrıca, önümüzdeki üç yıl içinde, dokuz bölgesel forum gerçekleşecek; bunların ilki ise ekim ayında Johannesburg’da olacak. Ayrılığı / Kopuşu işte böyle, yöntemli biçimde inşa edeceğiz.


Peki ya askeri müdahaleler veya CFA frangı gibi diğer faktörlerde durum ne?


Bütün bu sorunları teker teker gözden geçireceğiz, hiçbirini gözden kaçırmayacağız. Özellikle yeni kuşaklarda, Afrika uluslarının kaderlerini kendi ellerine alma ve bu temelde dünya toplumunun inşasına özgürce katılma yönünde güçlü bir talep var. Fikirler veya araçlar olmadan öylece isyana kalkışmak, işin bir ucundan tutmanın en kötü yolu olacaktır. Geçmiş modellerden kopulacaksa, ufku hep birlikte çizmeli ve yolu metodik bir şekilde inşa etmeliyiz. Mali’de olanlardan sonra, örneğin, Fransa’nın Afrika’daki stratejik duruşunu kökten değiştirmenin zamanı geldi. Sadece tekrar tekrar başvurulan askeri seferler paradigmasından çıkmakla kalamayız. Kıtadaki insan güvenliği anlayışımızı genişletmeli ve güçler arasında yeniden alevlenen rekabet bağlamında Fransız askeri üslerinin mevcudiyeti ve kullanışlılığı sorusunu maskelerimizi çıkarıp sormalıyız. Bazı analistler, Afrika’da Fransız etkisinin kaybolmasının sebeplerinden birinin demokratik koşulluluk olduğunu iddia ediyor. Yanlış. Afrika devletlerinin siyasi kırılganlığı, daha fazla militarizmle veya tiranlığın yol açtığı yıkıma göz yumulmasıyla sona ermeyecek. Fransa, kaderini yozlaşmış, köhnemiş ve yağmacı güçlerin kaderine bağlayarak militarist duruşunu ne kadar güçlendirirse, kendi çıkarlarını o kadar tehlikeye atar. Güncelleme ya tam olacak ya da hiç olmayacak.




Emmanuel Macron’un Kamerun’daki savaş yıllarını (1960 ve 1971) yeniden gözden geçirmek için bir tarihçiler komisyonu kurma girişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?


Bu taahhüt, Cezayir ve Ruanda’daki restitüsyonlar çevresinde yapılan çalışmaların sürekliliğinin bir parçasıdır. Bana göre, Felwine Sarr ve Bénédicte Savoy, Benjamin Stora, Vincent Duclert ve ekibi tarafından bu vesilelerle hazırlanan üç rapor değerli belgeler oluşturmaktadır. Gelecek uğruna yeni yollar çizmek için önce onu ele geçirmek Fransız ve Afrika sivil toplumlarına kalmış. Ancak hem sivil toplumun baskısına hem de tekno-yapı içindeki, etkili kamu politikalarına dönüştürülmezlerse yalnızca hüsnükuruntu olarak kalacak olan şeyleri bilen müttefiklerden gelen baskıya ihtiyacımız var. Kamerun örneğinde konuşmak gerekirse, umut-hakikat görevinin nihayet yerine getirileceği ve bu temelde, hafızayı ortak bir geleceğin hizmetine geri vermenin mümkün olacağı, söylenmelidir.


Emmanuel Macron ile ilişkinizi biliyoruz. Afrika devlet başkanlarıyla bağınız var mı?


Bazılarıyla çeşitli sohbetlerde bulundum ama sayıları çok değil. Ama aynı zamanda, yazdıklarımı okuyan ve daha fazlasını öğrenmek isteyen diğer kamusal şahsiyetlerle ve özel kişilerle, diplomatlar, profesyonel futbolcular, sanatçılar, müzisyenler ve zaman zaman gayet hali vakti yerinde ve kültürlü kimselerle de görüşmelerim oldu. Güney Afrika’da ve yurtdışında birçok vakfın yönetim kurullarında yer alıyorum. Böylece sürekli yenilenen ve beni daima tetikte kalmaya zorlayan fikir akışlarına katılıyorum.


Hâlâ yazmaya zaman bulabiliyor musunuz?


2023’ün başlarında iki kitabım çıkacak. İlki, Les Liens àvenir, Actes Sud tarafından yayımlanacak; ikincisi de, La Découverte’in basacağı La Communautéterre.




Çeviren: Cana Bostan


 

Kaynak Metin: “Achille Mbembe: ‘Mon rapport avec Emmanuel Macron alimente les fantasmes mais il ne me lie pas les mains’”, by Clarisse Juompan-Yakam, jeuneafrique, 22.08.2022. [İlgili bağlantı]


Üst
bottom of page