Felaket Körlüğü ve Zamanın Kaybı Üzerine
- Oğuz Alp Dedeoğlu
- 4 Ağu
- 3 dakikada okunur
Oğuz Alp Dedeoğlu
Geçmişsizlik, hakikatin hazine odası olan bilinçdışını devre dışı bırakıyor. Gerçekliği ümide doğru inşa eden dil, kaynağını yitiriyor. Böylece semptomatik zamanın yerini kaygısız politik güçler alıyor. Bunun adı felaket körlüğü.
08/25 | Eleştiri

Felaketleri tanımak için artık kahinlere gerek olmadığını biliyoruz. Medya sayesinde her gün yeni bir felaketi tanıyıp takip ediyoruz. Ancak felaketlerin insanlığın önünde her gün tekrar etmesi ve politikaların bu felakete çözüm üretmekte yetersiz kalması, zamansızlık içinde olduğumuzu gösteriyor. Zaman bir "şok" ile en acımasız anda durdu sanki. Filistin duran zamanın coğrafyası, 7 Ekim’den itibaren –ve ondan çok önce– sürekli ve daimi bir felaketin yer adı. Ancak bugün yaşananlara baktığımızda belli ki zaman egemen politikaların lehine işliyor. Besledikleri ümidin, gördükleri düşün, bu duran zamanın dünyasına ait olduğunu söyleyemeyiz.
Kaybın geri dönüşünü mümkün kılan kaygının olmadığı bir dünyada, “karşılaşma” zaten hiç gerçekleşmez. Sorun zaten hiç yoktur. Farkında olunmayan kayıplarla zaman su gibi akmaya devam eder. Eğer tökezletecek bir çukur ile karşılaşırlarsa egemen politik aygıtlar bu boşlukları kapatmak için elverişli(!) çözümler üretirler. Bunun sınırı olmadığını görüyoruz.

Kaygının dönüştürücü gücüyle varoluş mücadelesinde ümide doğru yönelmek felaket körlüğü içinde yolunu şaşırmış. Medyada görülenler duran zamanın geçmiş ile gelecek arasındaki gerilimini artırıyor. Felaket felaket ile örtüldüğünde travmanın özü kaygan politik söylemler içinde kayboluyor ve elle tutulur bir çözümden uzaklaşıyor. O halde bu yazı, medyanın ve fotoğrafın reddi değil aksine "seyirci"yi kayıp zamana kilitleyen felaketler zincirinin kaynağı olan egemen politikaları düşledikleri gelecekten muaf tutma ümididir. Masumiyetin alevlere, işkenceye, açlığa ve hücreye hapsolmasıyla zamanın, geleceğin manipülasyonu altına girdiği görülüyor. Geçmiş hiçbir zaman gerçekleşmeyecek gibi. Daha doğrusu geçmiş hiçbir zaman gerçekleşmemiş gibi bir hafıza kaybı durumu yaşanıyor. Açlıktan ölünmedi, katliamlar yapılmadı, masumlar yanmadı. Geçmişsizliği tahayyül ettiğimizde geçmişin olmadığı bir evrende gösterenlerin, imgelerin olmayacağını tahmin edebiliriz. Çünkü onları getiren "anımsama" da olmaz. Geçmişsizlik, hakikatin hazine odası olan bilinçdışını devre dışı bırakıyor. Gerçekliği ümide doğru inşa eden dil, kaynağını yitiriyor. Böylece semptomatik zamanın yerini kaygısız politik güçler alıyor. Bunun adı felaket körlüğü. Bu körlük Didi-Huberman'ın bahsettiği maden ocaklarına grizuyu haber vermek için getirilen kuşun işlevsizliği olarak yorumlanabilir. Felaketin aktörlerini düşünerek bir mecaz kurarsak, belki grizu kokusu gelse de kuş tepki göstermez veya şarkısını söylemeye devam eder.
Walter Benjamin’i tersten okursak, egemen politikalar perspektifinden tekrar eden -bir geleceği olan- felaket görüntülerinin bir “aura”ya büründüğünü, “kutsal bir işleyiş” gibi algılandığını, hatta hukukun bile buna çözüm üretmediğini görüyoruz. Bu aura, sahiciliğe değil; trajik tekrarın normalize edildiği, vicdanın dışlandığı, kurguların egemen olduğu bir “kutsal gelecek” üretimine işaret ediyor. Basitçe politikanın kayıtsızlığı; değerlerden uzak bir "aura" atfedilen akışkan ve dokunulmaz bir vizyonun sahte kutsallığı.

Bu yazının ilham kaynağı olan Didi-Huberman'ın "bir felaket tanınmıyorsa eğer, bütün sebebi görülmemiş olmasıdır; eğer görülmüyorsa bütün sebebi okunabilir olmamasıdır." (2021: 11) sözüyle felaketlere karşı samimi duyarlılığın bizzat felaket imgesinde köklendiği anlaşılıyor. Egemen politik kurgusal geleceğin boyunduruğu altında felaketlere dair imajlar gerçeklik üzerine kurulu bir geçmiş üretemiyor. Gelecek bu zemin üzerinde kendini tekrar ediyor. Bu semptomatik zamanın çözümüne götürecek şey Didi-Huberman'da gördüğümüz gibi geçmişe götüren ve oradan geleceğin okunabilir olmasını sağlayan imgelerdir (2021: 25).
Bu imgeler, gerçekliğin gösterenleridir. Aynı zamanda, egemen politik kurgucuların kendi geleceklerini inşa etmek uğruna terk ettikleri gerçeklikler yığını olarak da okunabilir. Terk edilen coğrafyanın yarattığı boşluk gün geçtikçe derinleşiyor. Arşivci girişimler, aktivist söylemler, özel mülklerin işgaline ilişkin haritalar, hukuki tekrarlar ve meseleye dair sayısız söz ve nesne, bu boşluğun etrafında örülen duvarları oluşturuyor. Acil durumlar, şoke edici kareler, sağlık krizleri ise imgenin tutunmakta zorlandığı korkunç bir alandan —sadece felaketin adı olarak kalmış bir düzlemden— geliyor. Burada zaman değil, sadece sessizlik ilerliyor. Zaman, hatırlamıyor.
*bkz. Barthes, Roland. (2024), Aydınlık Oda – Fotoğraf Üstüne Not, çev: Mehmet Rifat – Sema Rifat, İstanbul: YKY
Kaynak
Didi-Huberman, G. (2021), Grizunun Kokusunu Almak, çev: P. Burcu Yalım, İstanbul: Lemis.