Utku Özmakas
Baştan başlayalım: Tekrar okumak hangi ihtiyaca verilmiş bir cevaptır? Yazının hangi kışkırtmalarına kapılmak ya da boyun eğmekle ilgilidir? Hayatı yazı yardımıyla düzenlemeye yönelik bir çağrının mı? Aranılan cevabın “orada bir yerde” olduğu sanısının mı?
01/25 | Kitap

Baştan başlayalım: Tekrar okumak hangi ihtiyaca verilmiş bir cevaptır? Yazının hangi kışkırtmalarına kapılmak ya da boyun eğmekle ilgilidir? Hayatı yazı yardımıyla düzenlemeye yönelik bir çağrının mı? Aranılan cevabın “orada bir yerde” olduğu sanısının mı? Geri dönüp bir daha okumak, zamanın en kıymetli “şey” olarak görüldüğü bir çağda ayak direme olarak düşünülebilir mi mesela? Yoksa “ayak direme” mefhumunu “ele ayağa mı düşürür”? Tabii mesleki gerekçeye yaslanan dönüşleri, kendi adıma, baştan düşüyorum hesaptan. Nihayetinde işim hasebiyle klasikleri tekrar tekrar okumak zorundayım: Devlet, Metafizik (sadece dört bölümü), “İki Özgürlük Kavramı”, Prens, Ethica (bu sefer iki bölüm) ve nicesi… Bu dönem verdiğim dersler yüzünden geri dönüp okumak zorunda kaldıklarımın görünen yüzü. Eh, bunları her okuduğumda daha önce anlamadığım bir şeyleri anladığıma -hiç olmazsa anladığımı sandığıma- göre? Derrida ya da Yasin Karaman olsaydım, “her okuma zaten yeniden okumadır” derdim. Evet, Yasin yüzünden bu sene klasikler rafından bir de Timaios’u indirmek “zorunda kaldım.” Zira önümüzdeki sene Timaios Okumaları isimli müthiş kitabı çıkacak ve felsefe tarihinin nasıl bir yeniden okumalar ve geri dönüşler tarihi olduğunu geometri bilmeyenlerin anlayamayacağı bir dille anımsatacak bize. Son kertede o da mecburiyet gerekçesiyle. “Felsefeci işte. Lafı uzatmadan edemiyor; asıl soruya cevap vermemek için yan yollara tevessül ediyor” demeyin. Özetle: Geri dönmeye, tekrara alışkınım; hatta severim de, hem yaşamda hem yazıda. (Kanıtı kendi kitabımdan getiriyorum: “Tekrar, düşüncenin tırabzanıdır. Bazen güvende olmak, bazense tam da güvende olduğumuz için tekrar ederiz.” Prens: Machiavelli’nin Muazzam Muamması, İstanbul: İletişim Yayınları, 2019, s. 107.) Dahası okumanın ancak “elde kalem”le (Tim Parks, kıps!) ve geri dönerek mümkün olduğuna inanan biriyim. Yani yıl içinde çok metne geri döndüm. Örneğin, Tomris Uyar’ın Otuzların Kadını’na. Bir kez daha çarpıldım. (Sırf bu sebeple kitabı bu sene hediye ettiğim üç kişinin adını bir çırpıda sayabilirim.) Bay Muannit Sahtegi’nin Notları’na döndüm hemen ardından. Okurlar ve edebiyat tanrıları affetsin ama o kadar etkileyici gelmedi bu sefer. Belki otuz dokuz derece sıcaktan; belki bilmem kaçıncı tekrardan. Yine de çok büyük, şüphem yok! (O yüzden sadece Yasin’e hediye ettim).
Bu sene Latife Tekin’in Manves City’sini iki kez okudum. Beni aynı yıl içinde iki kez geri çağırmasının nedenlerini önceden düşünmüştüm (sorunuz güzel denk geldi): Birincisi, o gün yapacak daha iyi bir işim yoktu. İkincisi, MC’yi ilk okuduğumda “özlediğim Latife Tekin”i buldum. Berci Kristin’deki Tekin’i /Berci Kristin’in Tekin’ini. Yeniden ama farklı. Romanın kendisi de bir “dönüş” hikâyesi olduğuna göre ya ben yazarıma dönmüştüm ya yazarım bana veyahut yazının dönmek istediğim bir yerlerin hatırasını canlandırmasına. Tuhaf olan, Orhan Koçak’ın kitapla ilgili yazısı da “dönüş” temasına dikkat çekerek başlıyordu galiba. Yeri gelmişken, yıllar önce okuduğum yazılarının derlendiği Virgül Yazıları’nı okumam sorunuz kapsamında sayılır mı, bilemedim. Neyse, konuya dönelim. Tekin, döndüğünde bıraktığı dünyaya dair hiçbir şeyi yerinde bulamayan, dahası didindikçe dünyası allak bullak olan Ersel’in (ve elbette yazılarıyla, dilekçeleriyle, umudu elden bırakmayışıyla Nergis’in) hikâyesini anlatıyor. Tekin, MC’de bir kentin kuruluşunu (bu sene ikisi şehirler arası olmak üzere toplamda “iki buçuk” kere taşındığımı; kolilerin artık midemi kaldırdığını; sokak arasındaki mezarlıkları ve her yerden fırlayıveren kasisleriyle beni pek de müşfik karşılamayan bir kente alışmak zorunda kaldığımı söylemem gerek sanırım) bir kez daha anlatıyor; aynı formülü kullanmadan ama. Bu sefer öyküsüne bambaşka bir sis, bir grilik hakim. Sanırım ıskalamakta birden fazla dalda madalyayı hak eden Ersel’in başına gelenler, değişimden pek hoşlanmayan biri olarak mecburi dönüşümümle baş etme sürecimin bir parçasıydı. Tanıdık bir şeyler yaşamış birinin elini tutma telaşı. Ne de olsa Düzce’nin sadece sesi değil, atmosferi de Erice’yi andırıyor. Sevgili Ersel, bir faydası yok biliyorum ama seni anlıyorum; hepimiz üveyiz. Bir kentin, bir kitabın, daha da fenası bazen yaşamanın…
[*] Manves City, Latife Tekin, Can Yayınları, 2019.
Yorumlar