1977 yılında, Spinoza’nın 300. ölüm yıldönümü vesilesiyle Sorbonne’da yapılan uluslararası kolokyumda doğan Association des Amis de Spinoza’dan [Spinoza’nın Dostları Topluluğu] ilham aldığımız söylenebilir. Bunun da ötesine uzanan ortak ilham ise Spinoza’nın felsefe tarihinde köklü bir geçmişi olan dostluk geleneğine ait bir filozof olmasıdır.
08/22 | Makale
Neden “Çevre”?
Spinoza felsefesi ekseninde bir topluluk kurma fikri, 2006-2007’de ilk olarak Cemal Bâli Akal ve Reyda Ergün’den geldi. O yıllarda Teolojik-Politik İnceleme’nin çevirisi üzerinde çalışan Akal ve Ergün, Arjantin’deki Spinozacılarla zaten yakın ilişkiler içerisindeydi. Birden Güngören Bulgan da en eski Spinoza topluluklarından Spinoza-Gesellschaft’ın kurucusu Manfred Walther’la doktora tezi yazmaktaydı. Akal ve Ergün, kendilerinin de birçok kez katıldığı (daha sonra Türker Armaner’in ve benim de farklı zamanlarda katıldığımız) uluslararası kolokyumlar düzenleyen, yayınlar yapan Arjantin Spinoza Çevresi’nden ilhamla, “çevre” adını kullanmayı önerdiler. Nihayet o zamanki adımız “Spinoza Çalışmaları Çevresi” oldu. Bizlerle Akal’ın tanıştırdığı, çevreye ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen birinci Spinoza Günleri’ne katılan Raul Mansur, ilk logomuzu yaptı (şimdiki logomuz da onun eseridir). Fakat “çevre” sözcüğünün, Spinoza söz konusu olduğunda, sadece Arjantin’deki dostlardan ilhamla akla gelmiş sıradan bir öneri olmadığı da eklenmeli. Bu sözcük esnek (genişleyen veya daralan), yatay ve açık oluşumları ifade eder. Geometriden örnek verilirse, bir piramitten veya dörtgenden çok daire veya çemberi, keskin hatlardan çok yuvarlak hatları, doğrusallıktan çok döngüyü çağrıştırır. Bir piramitte olduğunun aksine tepesi yoktur, dörtgenlerde olduğunun aksine köşeleri. Elbette bir merkezi vardır ama bizim için o merkez her daim dostlarla çevrilmiş olan Spinoza’nın kendisinden başkası değil.
“Münzevi” bir Spinoza imgesi felsefe tarihçiliğinde uzun süre hâkim olmuştur. Metinleri kanonlara sokulmayan (belki de iyi ki sokulmayan) Spinoza, her nedense artık hayatta değilken de yalnızlaştırılıp, dostlarından ayrı tutulmuştur. Aslında sadece Opera Posthuma’daki mektuplar bile bu imgenin yanlışlığını göstermeye yeter; fakat özellikle K.O. Meinsma’nın 1896 tarihli Felemenkçe çalışması zihinlerde yer eden bu münzevi Spinoza hayaletini kovup, onu gerçekte olduğu kişi olarak, yani entelektüel dostlarının arasında, onlarla birlikte düşünen ve yazan bir filozof olarak tanıma imkânı sağlamıştır. Meinsma’nın 1903’te Almancaya, 1983’te Fransızcaya çevrilen, bu sayede de daha geniş bir okur kitlesine kavuşan kitabının adı, tabii ki Spinoza ve Çevresi, tam adıyla Spinoza ve Çevresi: Hollandalı Özgür Ruhlar Üzerine Tarihsel-Eleştirel Çalışmalar’dır (Spinoza en zijn kring: Historisch-kritische studien over hollandsche vrijgeesten). Ardından, Steven Nadler’in biyografisi (Spinoza. Bir Yaşam, çev. Anıl Duman, İletişim, 2008) ve daha yakın zamanda ise Maxime Rovere’in tarihsel-edebi çalışması Spinoza Tayfası (çev. Osman Senemoğlu, Kolektif, 2020) gelmiş, filozofun çalışma ortamının kolektif ruhunu iyiden iyiye gözler önüne sermiştir.
Demek ki oluşumumuzun adı hem Arjantin’deki dostlardan, hem de Spinoza’nın kendi çevresinden ilhamla ortaya çıktı. On yılı aşkın bir süre, hep birlikte olmasa bile zaman zaman çoğumuzun katıldığı çalışmalar olmasına rağmen (bunların sonuncusu Gaye Çankaya Eksen ve Alber Nahum’un editörlüğünde yayımlanan Güz 2020 Cogito sayısıdır: Spinoza: Taze Bir Nefes), “Spinoza Çalışmaları Çevresi” adıyla ortak bir etkinlik düzenlemedik. Kendi adıma konuşursam, aslında o dönemler böyle bir oluşumun değerini anlayabilecek bir ruh halinde pek değildim. “Gençlik” veya “yaşlılık” kategorilerine referansla konuşmayı seven biri değilimdir ama bugünden baktığımda şunu kesinlikle söyleyebilirim: O zamanlar daha toydum. Bugün ise, belki başımda hâlâ kavak yelleri esmekte (umarım esiyordur) ama zeytin ağaçlarının kıymetini de öğrendim artık sanırım. O yüzden de Cemal Bâli Akal 2021’de bizi arayıp yeniden toplanmayı teklif ettiğinde, bu çağrıyı büyük bir sevinçle karşıladım. Diğer kurucuların da benzer hislere sahip olduğunu gözlemledim. İkinci kuruluş hazırlıkları esnasında, yeni adımızı tartışırken başka isimler arasında gidip geldik (en azından ben); ama sonra, “çevre” sözcüğünün ifade gücünü ve Spinoza’ya uygunluğunu bir kez daha hatırladık. İşte bu sefer çok daha geniş bir kapsayıcılıkla, yeniden birlikteyiz. Spinoza’nın çevresinde, onun yakınındayız.
Neden “Spinoza Dostları”?
Elbette, 1977 yılında, Spinoza’nın 300. ölüm yıldönümü vesilesiyle Sorbonne’da yapılan uluslararası kolokyumda doğan Association des Amis de Spinoza’dan [Spinoza’nın Dostları Topluluğu] ilham aldığımız söylenebilir. Bunun da ötesine uzanan ortak ilham ise Spinoza’nın felsefe tarihinde köklü bir geçmişi olan dostluk geleneğine ait bir filozof olmasıdır. Diego Tatián Yabanın İhtiyatı. Spinoza’da Tutkular ve Politika’da (çev. Ali Dokuzlu, İsmet Şebin, Zoe, 2021), onun bu gelenekteki yerini pek güzel anlatır. Spinozacı felsefede, aklın ve aktif duyguların kılavuzluğundaki yaşam hep dostluğa açılır. Ayrıca, kendimizi Spinoza’nın dostları olarak tanımlamamızın pratik bir nedeni de var. Bu ifade, heterojen bir niteliğe sahip olan topluluğumuzu en iyi niteleyen ortak kimlik. Aramızda Spinoza uzmanları olduğu kadar onun felsefesine gönül vermiş okurlar da var. Meslekten felsefeciler kadar şu an işsiz olanlar, öğrenciler, bağımsız araştırmacılar, akademisyenler, emekliler, avukatlar, çevirmenler, tıpçılar, sinemacılar, mimarlar, yayıncılar, edebiyatçılar, şairler, ressamlar, grafikçiler var. Master veya doktora tezlerini yazmakta olanlar veya yeni bitirmişler kadar, Spinoza üzerine yıllardır ders veren ve yazanlar da var. Yahut geçimlerini bambaşka alanlardan sağlamak zorunda olup mesai dışındaki vakitlerini Spinoza’ya ayıranlar, belki de “Spinoza dostu” dışında saydığım nitelemelerin hiçbirini benimsemeyecek olanlar var. Bir de tabii doğrudan Spinoza çalışmasalar bile oluşumumuza destek veren, gelecek etkinlikler için yardımlarını esirgemeyen, hatta bazılarını bizzat mümkün kılan dostlarımız var.
Dahası, yurtiçiyle sınırlı bir oluşum değiliz. Her ne kadar kuruluş yerimizi belli etmek için “Türkiye Spinoza Çevresi” adını kullanıyor olsak da yurtdışından birçok önemli Spinoza uzmanı ve yorumcusu da çevremize katılmayı kabul etti. Bu sayede de “uluslararası”ndan çok “dünyalı” sıfatıyla nitelemeyi tercih edeceğim bir sinerjinin doğmasına katkıda bulundular. Bu seçkin isimlerin pozitif yaklaşımları, açıklıkları ve destekleri gerçekten takdire şayandı. Şimdilik yalnızca zaten bir şekilde bağlantımızın olduğu isimlere teklif götürebildik. Bu yüzden de, ülkemizi saymazsak, şu an için sadece Güney Amerika, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya kıtalarına açılmış sayılırız. Belki zamanla Asya (örneğin Japonya’da bir zamanlar oldukça aktif bir Spinoza topluluğu vardı) ve Afrika ayağını da tamamlayıp tam anlamıyla dünyalı oluruz. Kim bilir…
Kısacası, oluşumumuzu ne ülke hudutlarıyla ne de akademiyle sınırlandırdık. Spinoza Dostları’na katılım için özel bir şart da koymadık. İlgi ve sevgiyi yeterli gördük. Açık çağrı yapma gereği duymadık ama dostluk ekseninde buluşabileceğimiz, Spinoza’nın hayat, politika ve felsefe ilkelerinde ortaklaşabileceğimiz herkese kapımız açık. Spinoza'nın Ethica’nın 4. bölümünün 36. önermesinde söylediği ve bizim de web sitesinde alıntıladığımız gibi: “Erdemi izleyenlerin en yüksek iyiliği herkes için ortaktır ve herkes ondan eşit olarak faydalanabilir.” Erdemin Spinoza’da hâkim toplumsal normların belirlediği bir ahlaki faziletten ziyade akli var olma çabasına ve güce vurgu yaptığını belirtmeme, bilmem gerek var mı?
Neler Yapacağız?
Spinoza dostlarından Onur Eylül Kara’nın kitabına (Yapabileceğimizi Yapmak. Minör Siyaset ve Türkiye Örneği, İletişim, 2019) göndermeyle söylersem, yapabileceklerimizi yapacağız. Yapmak istediklerimizi ve yapabileceklerimizi. Yine Spinoza dostlarından Bahri Çakabay’a çevre fikrini ilettiğimde onun söylediği gibi, kervan biraz da yolda dizilecek. Belki unutmuştur o ama benim aklımda kaldı bu yerleşik fakat ifade gücü yüksek deyim; karşılaşmalara, yaratıcılığa, rastlantılara, harekete, sürekliliğe, zorunluluklara ve de ince bir istikrara aynı anda ve aynı yoğunlukla gönderme yapan bu deyim. Evet, gerçekten de kervanımız yolda dizilecek gibi duruyor. Elbette aklımızda şimdiden bazı şeyler var. Birkaçını planladık bile. Örneğin, daha önce duyurduğumuz gibi Ekim’de İstanbul’da Diego Tatián’ı konuk edeceğiz. Yeri gelmişken, böyle bir buluşmayı mümkün kılan MEF Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne, Havva Karagöz’e ve Ozan Erözden’e, KHAS Hukuk Fakültesi’ne ve Başak Baysal’a teşekkürlerimizi sunmak isterim. Tatián aslında Türkiye’ye Nisan 2020’de, MEF Üniversitesi’nde yapılacak “Nörobilim, Hukuk, Psikoloji ve Ötesi: Özgür İrade Sorunsalına Farklı Yaklaşımlar” sempozyumu için gelecekti. Fakat pandemi sebebiyle etkinlik önce ertelendi sonra da çevrimiçine dönüştürüldü. Dolayısıyla Tatián o yıl Türkiye’ye gelemedi. Bu sempozyumun kitabı ise Zoe Kitap tarafından 2021’de yayımlandı (Özgür İrade? Hukuk, Nörobilim, Psikoloji ve Ötesi?). Erözden Tatián’ı bu yıl Ekim sonu Kasım başı MEF Üniversitesi’nde yapılacak suç ve ceza temalı bir başka sempozyuma yeniden davet etti. MEF Hukuk Fakültesi’nin onayıyla, KHAS Hukuk Fakültesi de Tatián’ı bu sefer Spinoza üzerine bir başka etkinlikte daha ağırlama teklifine olumlu yaklaştı. İşte bu sayede Tatián’ı, köklerinin uzandığı coğrafyada bir kez daha dinleme fırsatına kavuştuk. Ayrıca, bir başka vesileyle Galatasaray Üniversitesi’ne gelecek olan, Machiavelli ve Spinoza’da Çatışma, Güç ve Çokluk’un (çev. Orkun Güner, Otonom, 2016) yazarı Filippo Del Lucchese de yine Ekim ayında GSÜ’de bir konuşma yapacak. 2022-2023 dönemini, çevre fikrimizi yurtdışından diğer dostlarımız gibi çok sıcak karşılayan ve 2023 Haziran’ında Türkiye’ye gelecek olan Dimitris Vardoulakis’in Spinoza ve Epikuros üzerine bir konuşmasıyla tamamlayacağız muhtemelen. Bu dönem için planladığımız başka etkinlikler, çevrimiçi buluşmalar da var. Fakat bunlar şimdilik sürpriz olarak kalsın. Tüm bu etkinliklerin detaylarını zamanı geldikçe duyuracağız. Ayrıca röportaj ve ortak yayın gibi fikirlerimiz de var.
Hepsi de kendiliğinden gelişen ve koşulları denk gelen bu planlarla birlikte, aslında özel bir telaşımızın olmadığını da belirteyim. Bir yerlere yetişme derdinde değiliz hiç. Koşullar elverdiğince, yapabileceklerimizi yapacağız. Ve de her ne yapıyorsak keyifle yapmaya çalışacağız. Bazen hep birlikte, bazen tekil inisiyatiflerle. Düzlemimizin içkin, harflerimizin küçük, gamımızın minör kalmasına çabalayacağız. Oluşumumuzu güzelleme gibi bir niyetimiz ya da aşkın ve yüce bir değer peşine düşme, bir misyonu yerine getirme, ne bileyim, Spinoza düşüncesini hızla yayma, herkesi Spinozacı yapma (ki zaten böyle bir şey hiç makul olmazdı) gibi bir ülkümüz yok Aslına bakarsanız, bizim herhangi bir ortak ülkümüz, idealimiz yok. Kurucular olarak, birbirini eskiden tanıyan ve Spinoza üzerine çalışan tekil ve sonlu varlıklarız. Spinoza Dostları olarak da aynı filozoftan etkilenmiş ve bu etkiyi sonsuz farklı tarzda ifade eden yine tekil ve sonlu varlıklarız. Resmi statüsü olmayan, buna şimdilik ihtiyaç da duymayan, bütünüyle gönüllülüğe dayanan bir oluşumuz. Çevreye katılan kimseye özel bir görev yüklemiyoruz, herhangi bir peşin beklenti içine de girmiyoruz. Fakat onlardan gelecek tekliflere, eğer isterlerse çevreye katacakları güce ve yaratıcılığa da her zaman açığız. Aynılaşmadan ortaklaşmak… Spinoza bize bunun mümkün olduğunu, mümkün olmanın da ötesinde şeylerin doğasında mevcut olduğunu söyledi. Evet, zor. İnsanlık durumunun ta kendisi olan tutkular dehlizinde, sadece iki kişinin bile aynı duygu ve fikirlerle yan yana durması ve bunu sürdürmesi gerçekten çok zor. Hatta belki de bir mucize. Ama bazı mucizeler mümkündür. Yoksa insanların şimdiye kadarki hiçbir kültürel üretimi kalıcı olamazdı. Kimse felsefe yapamaz, biz de Spinoza çalışamazdık. Ortak bir şekilde var olma direnci gösterip aynı zamanda özerkliklerimizi de korumak istiyoruz. Galiba hepsi bu.
* Türkiye Spinoza Çevresi’ni nesnel bir çerçeveden tanıtan, onun tarihinden ve amaçlarından bahseden yazılar web sitemizde mevcuttur. (https://turkiyespinozacevresi.org). Ben bu yazıda hikâyemizi daha öznel bir dille anlattım; bazı soru başlıkları oluşturup bunları kendimce cevaplamaya çalıştım. Bu ifade olanağı için Punctum ekibine teşekkür eder, yollarının her daim açık olmasını dilerim. (Yazar'ın notu)
Comments