Sona Ertekin
1992 yılında Altıkırkbeş tarafından sadece belli bir açıdan ışığa tutulduğunda gizli resmi beliren efsanevi kapağı ile ilk baskısı yapılan bu kitabın 20. yıl özel baskısı dahil neredeyse tüm versiyonları elimde mevcut.
01/25 | Kitap

Sevgili Cana benden Punctum yeni yıl kitap soruşturması için “tekrar okuduğum” bir kitap hakkında yazmamı istediğinde pek heyecanlandım. Zira bazı kitapları on yıllar içinde tekrar tekrar okuyan, bazı filmleri tekrar tekrar izleyen bir insanım. Özellikle de bir kitabı, örneğin ilkgençlik yıllarınızda aşık olduğumuz bir eseri hayatın ilerleyen dönemlerinde yetişkin olarak tekrar okumanın farklı bir hissi var. Hani “comfort food” dedikleri bir kavram vardır… Hastalandığımızda, yorgun, bitkin hissettiğimizde bizi iyi hissettiren bir yemektir bu. Amerikalıların meşhur mac’n’cheese’i bunlardan biridir. Benimse aklıma önce yoğurt-pilav-çoban salata üçlüsü sonra ekşili köfte gelir. Aynı şekilde tanıdık kitapların ve filmlerin de böyle iyi hissettiren bir niteliği olduğunu söyleyebiliriz. Burada olay tabii ki sadece nişasta ve glüten değil, o tanıdıklığın verdiği “iyilik” ve güven hissiyle de yakından ilintili. Çocukların anne babalarına aynı kitabı her gece tekrar tekrar okuttuklarını bir düşünsenize! Örneğin Pandemi döneminde pek çok insan yeni bir dizi ya da filmi keşfetmek, araştırmak, seçmek için bile zihinsel yer ayıramadığında kendini tanıdık dizilerin güvenli sularında bulmuştu. Hatta saplantılı bir şekilde Aşk-ı Memnu izleyen bir arkadaşım bu durumu terapistine anlattığında o dönemde pek çok insanın Aşk-ı Memnu saplantısından mustarip olduğunu ve bu şikayetlerini terapide paylaştıklarını öğrenmiştik.
Kitaplar söz konusu olunca konu daha da derin ve katmanlı bir boyut kazanıyor elbette. Çünkü bir kitaba âşık olduğumuzda bu aynı zamanda bizim o dönemde kim olduğumuz hakkında da pek çok şey söyler. O sırada bizi bu kadar derinden etkileyen nedir? Ve neden etkilemiştir? Yirmi yıl sonra tekrar okuduğumuzda sahip olduğumuz yeni yaşamsal birikim ve tecrübemizle aynı kitabı nasıl değerlendiririz? Bir kitabı yeniden okumak genç benliğimizle, o kitabı ilk kez okuyan kendimizle yeniden buluşmaktır aynı zamanda. Varlığımızı aynalayan bir kitap, yıllar geçtikçe değişen kimliğimize de sayısız akisler üretecektir. Bu da okuma pratiğini zamanla ve yaşamla kesiştiren kümülatif bir deneyim yaratır.
Yıllar içinde tekrar tekrar geri döndüğüm kitaplar var. Öyle ki yeni tanıştığım biri sadece bu kitapları okuyarak ben ve geçmişim hakkında bir hayli fikir sahibi olabilir. Bu kitapların toplamı aynı zamanda kimliğimin bir haritasıdır denebilir. Belki de tekrar tekrar okuduğumuz kitaplar benliğimizin ipuçlarını taşıyan ve topografyasını yansıtan bir rehber niteliğindedir.
Öncelikle bu kronolojik kitap haritasını ilk okuma sırasına göre paylaşmak ve hazine sandığımdaki mücevherlerden benim için en kıymetlilerden birine odaklanmak istiyorum.
Asteriks Serisi - Albert Uderzo ve René Goscinny
Pıtırcık Serisi - René Goscinny ve Jean-Jacques Sempé
Noktacık ile Anton- Erich Kastner
Fedor Amca – Eduard Uspensky
Barbar Conan serisi - Robert E. Howard
Çalı Horozu - Michel Tournier
7 – Cem Akaş
Fındık 8 – Metin Kaçan
İnsanlar, Hayvanlar ve Yırtıcı Hayvanlar – Saki (Hector Hugh Munro)
Karpuz Şekerinde – Richard Brautigan
Frankenstein – Mary Shelley
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku – İlhami Algör
Patty Diphusa – Pedro Almodovar
A’mâk-ı Hayal – Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi
Kovboy Kızlar da Hüzünlenir – Tom Robbins
The Painted Alphabet – Diana Darling
Tevfik Ünsi ve Halit Kıvanç’ın efsanevi çevirileriyle küçük yaşta hayatıma giren Asteriks, Vivet Kanetti’nin muhteşem çevirileriyle de Pıtırcık bir ömür boyu benimle kaldı. İleri yaşta da çocuk edebiyatı okuma alışkanlığım asla geçmedi ama zengin bir ailenin küçük kızının dilenci kılığında geceleri sokakları arşınladığı Noktacık ile Anton, ailesi evcil hayvan istemediği için tek başına köye taşınıp kedisi, köpeği, kargası, ineği, çöp yiyen traktörü ve ev güneşi ile pastoral bir yaşam süren özgür çocuk Fedor Amca hem benimle kaldı hem de benim bir parçam oldu diyebilirim. Ergenlik yıllarımda Fatih Özgüven’in dilimize kazandırdığı Saki’nin Sredni Vahstar adını verdiği bir gelinciğe taparak kendi dinini oluşturan küçük bir çocuğu anlattığı öyküsü beni derinden etkiledi. Vahşi doğada tek başına büyüyen çocukları, hizmetkarlar grev yaptığında kıyamet yerine dönen zengin konaklarını, çok dedikodu yaptığı için öldürülen kedileri anlatan Saki benim için iyi yazarlığın doruk noktasıydı. A’mâk-ı Hayal’de bohemliğin ve mistisizm merakının çağıma özgü değil Osmanlı döneminden miras kaldığını öğrendim. Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku bana kalple ve zihinle doğrudan flört eden, oyunbaz ve yaşam dolu bir dilin vaat ettiği olasılıkları gösterdi. Kovboy Kızlar da Hüzünlenir ise hayalini kurduğum politik olmayan politik tavır, edebi ve şiirsel bir dil ve macera kurgusunun bir araya gelebileceğinin kanıtı oldu benim için. Bali masallarının iyilik ve kötülük kavramlarını ters yüz eden ve bunu çağdaş Bali’deki günlük yaşamla birleştiren The Painted Alphabet’i hep çevirmek istedim. Bukowski’yi sorgulayanlara Pedro Almodovar’ın hayali bir karakterin dilinden tefrika yazılarını topladığı Patty Diphusa’yı tavsiye ettim. Tom Robbins’in kovboy kızların isyan çıkarıp ele geçirdiği bir güzellik çiftliğinde geçen, uçan kuşlara ve uçaklara bile otostop çekebilen ve özgürlüğü sürekli seyahat etmekte bulan dev başparmaklı Sissy’yi anlattığı Kovboy Kızlar da Hüzünlenir romanını çevirmek ise benim için bir onurdu. Barbar Conan’a gelince, hayatta ne zaman keyifle ya da dertle paralize olsam elime bir Conan cildi almışımdır sanırım… Krom adına!
Gelelim hazine sandığımın eşsiz parçası 7’ye… 1992 yılında Altıkırkbeş tarafından sadece belli bir açıdan ışığa tutulduğunda gizli resmi beliren efsanevi kapağı ile ilk baskısı yapılan bu kitabın 20. yıl özel baskısı dahil neredeyse tüm versiyonları elimde mevcut. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Cem Akaş 7 okurları, yani Yediciler bugün dünyada dağınık bir tarikat ise ben bu tarikatın neferlerinden biriyim. Üstelik sadece kendim bu yola girmekle kalmadım, ailemi de bulaştırdım ve canım kız kardeşim Yağmur Elif Ertekin de erken yaşta bu 7 batağına düştü! Biz bugüne kadar hayatımıza giren ve kayda değer olduğuna inanmak istediğimiz herkese bu kitabı okuttuk ki içindeki “Bir İlişki Nasıl Olmalıdır” manifestosu da bunda önemli rol oynamıştır. (Olmuyorsa olmuyor kuralı: Kelek kavuna şeker serpmek kadar anlamsız bir hareket daha bulunabilir, ama bu zor olacaktır. 7, Cem Akaş) Geri dönüp baktığımda, henüz 16 yaşındayken bu kitapta beni en çok etkileyen şey aslında bir temsiliyet meselesidir. Zira Hayalet Gemi dergisi sayesinde hayata tutunduğum o günlerde Türkiye’de kendimden bir şeyler bulacağım bir edebiyat eseri olabileceğini bilmiyordum. Atıf Yılmaz’ın 1988 yapımı Arkadaşım Şeytan filmini izlediğimde nasıl heyecanlandıysam 7’yi okuduğumda da benzer bir yükselme ve rahatlama hissi yaşadım. Demek ki bunlar yazılabiliyordu ve ben de kendim gibi olabilir, kendim gibi yazabilir, kendim gibi okurlara ulaşabilirdim! 7, oyuncu dili, dinamik kurgusu ve beni can evimden vuran tarikat temasının yanı sıra kalıplaşmış cinsiyet rollerinin dışına çıkmasıyla da son derece farklı bir yerde duruyordu. Gerek Boğaziçi öğretim görevlisi ve Kronk dininin peygamber adayı Hakan, gerek Kronk dininin üst düzey liderlerinden sahaf işleten entelektüel Yağmur, kalıplaşmış kadın ve erkek modellerinin tamamen dışında karakterlerdi. Hakan’ın sıra dışı, esprili, hayata açık, katılaşmamış duygusallığı ve kabızlıktan uzak erkekliği ile Yağmur’un zaman zaman insanı korkutacak ölçüde sert ve güçlü yapısı o dönemde okura nefes aldıran, müthiş bir tazelikti. Beni Robert Creeley’nin I Know A Man şiiriyle tanıştıran, manifesto niteliğinde durmaksızın “Tad almayı öğrenin” diye tekrarlayan, cinselliği en ham ve gerçek şekliyle keşfeden ve tüm bunları sürükleyici bir macera kurgusu içinde yapan bir kitap elbette benim kitabımdı ve hep de öyle oldu… Dolayısıyla ilk romanım Arızanın Merkezine Seyahat’in de yeni bir dinden söz edilen temasıyla ve sahaf işleten kadın başkarakteriyle okur olarak DNA’mda yer eden bazı yapıtaşlarının izlerini taşıdığı aşikar ki bu benim için bir sevgi ve gurur kaynağıdır. İlk kitabımın basılması öncesinde Cem Akaş ile bu vesileyle tanışmamız ve bana ilk notlarımı vermesi, basılması için bu kitaba destek vermesi ise hayatımın en güzel sürprizlerinden biri.
Kısacası, tekrar tekrar okuduğumuz kitapların listesi, sadece benliğimizin ip uçlarını taşıyan bir yol haritası ve her yaş dönemimizde bize ayna tutan dinamik bir akis mekanizması değil, aynı zamanda bizi şekillendiren yapıtaşlarından oluşan bir DNA sarmalıdır. Biz seneler içinde tekrar tekrar okudukça kitapların bizim için anlamını değiştiririz, kitaplar da bizi… Yeni yılda sizin de DNA’nızda yer edecek muhteşem kitaplarla ve onları paylaşmak isteyeceğiniz insanlarla tanışmanız dileğiyle…
[*] 7, Cem Akaş, Altıkırkbeş Yayınları, 2017.
Comments