Georges Bataille
" (...) yüzümün bir skandal olduğunu ve tutkularımın yalnızca İsa-Vezüv vasıtasıyla ifade edildiğini doğrulamaktan korkmuyorum. Yerküre, ona anüs görevi gören volkanlarla kaplıdır. Bu küre hiçbir şey yemediği halde, bazen bağırsaklarındaki içeriği dışarı atar. Bu içerik çatırtıyla fışkırır ve dere gibi akarak İsa-Vezüv’ün yamaçlarına düşer yeniden, ölümü ve dehşeti her yere yayarak. Nitekim toprağın erotik hareketleri suların hareketleri gibi mümbit değil, çok daha hızlıdır."
08/23 | Çeviri
Sunuş*
Cana Bostan
Georges Bataille L’anus Solaire (Güneşsi Anüs, 1931) ile her varlığın kolektif bilinçdışında muhafaza ettiği bir parodisi olduğunu anlatır. Buna göre, iki güneş teorisinde, gözün bakmaya tahammül edemediği bölgeler, libidinal yatırımın iki radikal ucunda tespit edilir: yüceliğe, doğurganlığa atıfta bulunan parlayan güneş ile çürümede ve kadavrada ifadesini bulan karanlığın güneşi. İkinci tip güneş, kurbansal ritüellere kaynak olsa da, aslında pathosu denetim altında tutarak topluluk kurucu bir işlev üstlenmiştir. En üstün iyiyi simgeleyen birinci tip güneş ise yaşam kaynağı olarak parlarken bile ışıklı şiddetin asli imgesidir; öyle ki her an İkarus’un balmumundan kanatlarını eriten bir had bildiriciye dönüşebilir. Dahası, kutsalın ihlali, bu birinci tip güneşin buyruğudur; doğadaki çokbiçimli organik birleşmeyi o yönetir. [1] Bataille, “güneş(si) anüs” ifadesiyle, baskın kültürel kodların estetik rejiminde en yüce olanla en aşağı olanı, asalet atfedilen şeylerle rezalet fikrini buluşturur. Bu ters yüz etme hamlesinde anüs, doğurganlıktan yoksun düzeni, güneşsi ritmi bozan anları, misal, bir yanardağ patlamasını temsil eder. Yerin teninde açılan delik, yaşayan tüm unsurları yuttuğu gibi, yutulan tüm yaşamı da dışkıya, leşe dönüştürür. Güneş-anüs erotizmini de yine seyredilemezlikle eşleştirir Bataille, güneşten yüz çevirmenin en otantik tarzıdır bu. Yüzünü güneşe dönmenin en otantik tarzı ise körlüktür. L’anus Solaire’i okuyan arkadaşları, terapiye giderek ödipal saplantılarından kurtulması için Bataille’ı ikna etmeye çabalamıştır. Babası kördür ve Bataille ondaki güneş imgesi ihtimaline sahiden takıntılıdır; körlüğün güneşinin “göz kamaştırıcı bir kırmızılık” olduğunu düşünür. Güneş’in kök-imgesini ona veren bir şiddet ânı olmuştur. Henüz üç yaşındayken babasının tokadıyla güneşi gördüğünü yazar. Kendi bedeniyle erotik ilişkisini başlatan bu darbenin anısında da yine “güneş gibi kıpkırmızıydı” diyerek penisinden bahseder. Böylece babanın körlüğündeki biricik görü olarak belirir penis; bacakları arasında güneş taşıyan oğul ise kendini, öz babasının ebedi arzu nesnesine indirger. Sonradan esere adını verecek “Ben Güneş’im” ifadesi de, oğulun, kör babanın görüsüne ilişkin fantezisi bağlamında düşünülmelidir: telosunu yitirmiş gözün mutlak dolayımına dönüşen penis-güneş ya da hadım edilmiş güneş-penisin uzamına indirgenen körlük. Öyle görünüyor ki Bataille’ın kozmolojisinde tutulma, Güneş’in doğal yeriydi.
* Cana Bostan, "Güneşkırım", Siyahtan Bir Hale (Ahmet Doğu İpek) içinde, s.50, haz. Selen Ansen ve Süreyyya Evren, Arter Yayınları, 2022.
[1] Bkz. Oxana Timofeeva, Solar Politics (Cambridge: Polity Press, 2022).
***
Güneşsi Anüs (1927)
Georges Bataille
Açıktır ki dünya salt parodiktir, yani baktığımız her şey bir diğerinin parodisi veya -aldatıcı bir biçim altında- aynı şeydir.
Cümleler düşünmekle meşgul beyinde dolaştığından beri, tam bir özdeşleştirme gerçekleştirildi çünkü bir koşaç yardımıyla her cümle bir şeyi diğerine bağlar; ve düşünceyi kendi labirentine götüren bir Ariadne ipinin bıraktığı iz bütününde tek bir bakışta keşfedilseydi, her şey gözle görülür şekilde bağlantılı olurdu.
Ancak kelimelerin koşacı, cisimlerinkinden daha az rahatsız edici değildir. Ve ben 'BEN GÜNEŞİM' diye haykırdığımda, bundan çıkan sonuç yekpare bir ereksiyondur çünkü olmak fiili aşk çılgınlığının vasıtasıdır.
Herkes hayatın bir parodi olduğunun ve bir yorumun eksik olduğunun farkındadır.
Yani kurşun, altının parodisi.
Hava, suyun parodisi.
Beyin, ekvatorun parodisi.
Çiftleşme, suçun parodisi.
Altın, su, ekvator veya suç fark gözetmeden şeylerin ilkesi olarak ifade edilebilir.
Ve köken, gezegenin tabanı gibi görünen toprağa değil de, gezegenin hareketli bir merkez etrafında çizdiği dairesel devinime benziyorsa, bir araba, bir saat veya bir dikiş makinesi de pekala üretici ilke olarak kabul edilebilir.
İki ana hareket, devir hareketi ve cinsel harekettir; bunların terkibi, tekerlekler ve pistonlardan oluşan bir lokomotifle ifade edilir.
Bu iki hareket karşılıklı olarak birbirine dönüşür.
Böylelikledir ki dünyanın dönerek hayvanları ve insanları çiftleştirdiği ve (bunun sonucu, hem neden hem de kışkırtan şey olduğu için) hayvanlar ve insanların da çiftleşerek dünyayı döndürdüğü görülür.
Vaktiyle simyacıların felsefe taşı diye aradığı şey, bu hareketlerin terkibi veya mekanik dönüşümüdür.
İnsanın mevcut durumu, işte bu büyüsel değerin terkibinin kullanılmasıyla elementlerin ortasında belirlenir.
Bir kenara atılmış bir ayakkabı, çürümüş bir diş, çok kısa bir burun, ustalarının yemeğine tüküren aşçı, bayrak milliyet için neyse aşk için odur.
Bir şemsiye, altmış yaşında biri, bir ilahiyat öğrencisi, çürük yumurtaların kokusu, yargıçların bozuk gözleri aşkın beslendiği köklerdir.
Bir kazın midesini yiyen bir köpek, kusan sarhoş bir kadın, ağlayan bir muhasebeci, bir hardal kavanozu aşka vesile olan kargaşayı temsil eder.
Başkalarının arasına yerleştirilen bir adam, neden diğerlerinden biri olmadığını öğrenince sinirlenir.
Bir yatakta sevdiği kızın yanında yatarken, dokunduğu beden olmak yerine neden kendisi olduğunu bilmediğini unutur.
Bunun hakkında hiçbir şey bilmeksizin, kollarında titrerken onun varlığını unutan kızın kendisi olduğunu haykırmasını engelleyen zihinsel karanlık yüzünden ıstırap çeker.
Ya aşk, ya da çocuksu öfke, ya da taşralı bir dowager'ın kibri, ya da din adamlarının pornografisi ya da bir şarkıcının yalnızlığı, unutulmuş karakterleri tozlu dairelere götürür.
Aşk ya da çocuksu öfke ya da taşralı bir kibar dulun kibri ya da din adamlarının pornografisi ya da bir kadın ses sanatçısının tek taş pırlantası tozlu dairelerde unutulmuş şahısları yoldan çıkarır/şaşkınlığa sürükler.
Birbirlerini ne kadar şevkle ararlarsa arasınlar: Parodi görüntülerden başka bir şey bulamayacaklar ve aynalar kadar boş uykulara dalacaklar.
Rüya görmeden kollarımda asılı duran dalgın ve hareketsiz kız bana, iç(ler)inden bakabileceğim ya da geçebileceğim kapı ya da pencereden daha yabancı değil.
Olanları sevme yetersizliğim sebebiyle uykuya daldığımda (onun beni terk etmesini sağlayan) kayıtsızlığı yeniden keşfediyorum.
Ona sarıldığımda kimi yeniden bulduğunu bilmesi imkânsız çünkü inatla tam bir nisyana eriyor.
Uzayda hızlı diskler gibi dönen ve sonsuzca daha büyük bir çember çizdiğinden merkezi de aynı şekilde yer değiştiren gezegen sistemleri ancak devirlerini tamamlayarak kendilerine geri dönmek için konumlarından sürekli uzaklaşıyorlar.
Hareket, belirli bir varlıkta duramayan ve birinden diğerine hızla geçen aşkın suretidir.
Ama onu bu şekilde koşullandıran unutma, belleğin bir kaçamağından/dalaveresinden başka bir şey değil.
Bir adam tabutta bir hayalet kadar ansızın kalkar/yükselir ve aynı şekilde çöker/yıkılır.
Birkaç saat sonra kalkar, sonra tekrar yıkılır ve bu her gün böyle devam eder: Göksel atmosferle bu büyük çiftleşme, dünyanın güneş etrafında dönüşü tarafından düzenlenir.
Böylece, yeryüzü yaşamının hareketine ritmini veren bu deveran olsa da, bu hareketin imgesi dönen yeryüzü değil, dişinin içine giren ve ona tekrar girmek üzere neredeyse tamamen içinden çıkan kamıştır.
Sevgi ve yaşam yeryüzü üzerinde ancak oradaki her şey muhtelif genişlik ve sürelerin titreşimleriyle parçalara ayrıldığı için münferit görünür.
Ancak süreğen dairesel bir hareketle birleşmeyen/eşleşmeyen titreşim yoktur, tıpkı dünyanın yüzeyinde yuvarlanan lokomotifin sürekli dönüşümün imgesi olması gibi.
Varlıklar ancak, bedenlerden oraya yeniden girmek üzere çıkan falluslar gibi doğmak için ölürler.
Bitkiler güneş yönünde yükselir ve daha sonra yer yönünde çökerler.
Ağaçlar, güneşe doğru dikilmiş sayısız çiçeklenmiş kamışla toprağı donatır.
Kuvvetle atılan ağaçlar sonunda ya yıldırımla yanar ya devrilir/kesilir ya da köklerinden sökülür. Tekrar yere döndüklerinde, başka bir biçimle aynı şekilde ayağa kalkarlar.
Fakat çokbiçimli çiftleşmeleri, yeryüzünün tek tip deveranının bir fonksiyonudur.
Deveran ile birleşmiş organik yaşamın en basit imgesi gelgittir.
Dünyanın ay ile tek biçimli çiftleşmesinde doğan denizin hareketinden, dünya ile güneşin çokbiçimli ve organik birleşmesi ileri gelir.
Ama güneş sevgisinin ilk biçimi, sıvı elementin üzerinde yükselen bir buluttur.
Erotik bulut bazen bir fırtınaya dönüşür ve şimşek atmosferin katmanlarını delerken yağmur şeklinde yeryüzüne geri düşer.
Yağmur çok geçmeden hareketsiz bir bitki biçiminde doğrulur.
Hayvani yaşam tamamen denizlerin hareketinden kaynaklanır ve bedenlerin/cisimlerin içinde yaşam tuzlu sudan çıkmaya devam eder.
Deniz böylece kamışın uyarılmasıyla sıvı hale gelen dişi organ rolünü oynamıştır.
Deniz sürekli mastürbasyon yapar.
Erotik bir hareketle canlandırılan suyun içerdiği ve karıştırdığı katı elementler, uçan balık şeklinde sudan çıkarlar.
Ereksiyon ve güneş, tıpkı ceset ve mahzenlerin karanlığı gibi günaha iter/rezalet çıkarır (scandaliser).
Bitkiler bir örnek güneşe doğru yönelir ve tam tersine insanlar, diğer hayvanlardan farklı olarak, ağaçlar gibi faloid oldukları halde, ister istemez gözlerini ondan kaçırırlar.
İnsan gözü ne güneşe, ne çiftleşmeye, ne cesede ne de karanlığa tahammül edebilir, ama farklı tepkiler vererek.
Yüzüme kan yürüdüğünde, kızarır ve müstehcenleşir.
Aynı zamanda, marazi reflekslerle, kanlı ereksiyonla, arsızlığa ve mücrim sefahate duyduğu doyumsuz bir susuzlukla açığa vurur.
Bu yüzden yüzümün bir skandal olduğunu ve tutkularımın yalnızca İSÜV (Jésuve: İsa-Vezüv) vasıtasıyla ifade edildiğini doğrulamaktan korkmuyorum.
Yerküre, ona anüs görevi gören volkanlarla kaplıdır.
Bu küre hiçbir şey yemediği halde, bazen bağırsaklarındaki içeriği dışarı atar.
Bu içerik çatırtıyla fışkırır ve dere gibi akarak İsa-Vezüv’ün* yamaçlarına düşer yeniden, ölümü ve dehşeti her yere yayarak.
Nitekim toprağın erotik hareketleri suların hareketleri gibi mümbit değil, çok daha hızlıdır.
Yeryüzü bazen öfkeyle köpürerek sallanır ve her şey yüzeyine çöker.
Böylece İsa-Vezüv, zihinde yer alan fikirlere skandal bir püskürmenin/patlamanın gücünü zorla veren erotik hareketin imgesidir.
Püskürme/Patlama kuvvetinin biriktiği fikirler mutlaka aşağıda yer alır.
Komünist işçiler burjuvaya, cinsel ve kıllı kısımlar ya da alt kısımlar kadar çirkin ve kirli görünürler: bunun sonucunda er ya da geç skandal bir püskürme patlak verecek, bu esnada burjuvaların aseksüel ve soylu kafaları kopacaktır.
Afetler (désastres), devrimler ve volkanlar yıldızlarla (astres) sevişmez.
Devrimci ve volkanik erotik patlamalar gökyüzüyle çatışır.
Tıpkı şiddetli aşklar gibi, doğurganlıkla bütün bağlarını kopararak meydana gelirler.
Göksel doğurganlığın karşısında, yeryüzündeki felaketler, koşulsuz dünyevi sevginin imgesi, sorunsuz ve kuralsız ereksiyon, skandal ve terör yer alır.
İşte aşk kendi gırtlağımda böyle haykırır: Ben İsa-Vezüv’üm, kavurucu ve kör edici güneşin pis/arlanmaz (immonde) parodisi.
‘Sen gecesin” diyebileceğim kıza tecavüz ederken boğazlanmayı arzuluyorum.
Güneş, yalnızca Geceyi sever ve ışık saçan şiddetini, iğrenç kamışını yeryüzüne yöneltir ama yeryüzündeki gececil uzamlar sürekli güneş ışığının çirkefine yöneldiği halde kendini bakışa ya da geceye ulaşma acziyeti içinde bulur.
Güneş halkası (L'anneau solaire), on sekiz yaşındaki vücudunun dokunulmamış anüsüdür; anüs gece olduğu halde, güneş dışında, bu kadar kör edici hiçbir şey onunla kıyaslanamaz.
Çeviri: Murat Erşen
Kaynakça
"L’Anus Solaire", 1927. http://morne.free.fr/celluledessites/OeilZinE/Georges_Bataille.htm
* “Le Jésuve”, kurban edilenin, işkence görenin teşhis edildiği İsa ile farklı şekillerde akan, patlayıcı yanardağ Vezüv’ün kaynaşmasından oluşan bir isimdir (ç.n.)
Comentarios