Evrenin ayrılmaz bir parçası olan “geçmiş”i keşfe çıkmak varlığın derinliklerinde saklananları keşfe çıkmaktı. Mnēmosynē’nin şarkısında anlattığı hikâyede tecelli eden batıni âlemin ve doğaüstünün coğrafyasıydı.
03/23 | Kitap
The Waters of Lethe by the Plains of Elysium, John Roddam Spencer Stanhope, 1880. [Detay]
Ignace Meyerson Journal de Psychologie’nin‘insanda zaman inşası’ konulu sayısında alışkanlıktan ayrı tutulduğunda hafızanın zorlu bir icat olduğunu vurguluyor [2]. Nasıl ki tarih bir toplumsal grubun kolektif geçmişini fethiyse, hafıza da insanın bireysel geçmişini aşama aşama ele geçirmesiydi. Hafızanın insanlığın öntarihinde nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıktığı soruları bilimin kapsamına girmese de bu yetinin tarihsel gelişimini araştıran psikologlar için hafızanın antik toplumlardaki yeri ve işlevi konusunda çeşitli veriler mevcut. Bu çalışmam hafızanın antik Yunan’da Arkaik Dönem’deki tanrılaşma süreciyle ve bu süreçte oluşan zengin mitolojiyle ilgili dinsel kaynaklara dayanıyor. Bu konulardaki dinsel imgeler rastgele ortaya çıkmamıştı ve bence hafıza yetisinin tarihiyle doğrudan ilişkiliydi. Farklı dönemlerde ve toplumlarda uygulanan hatırlama teknikleri, hafıza işlevinin iç organizasyonuyla benlik sistemindeki konumu ve insanların hafıza temsilleri yakın ilişki içerisindeydi.
Psikolojik bir yetinin adını taşıyan Yunan tanrıçası Mnēmosynē (Hafıza) bu anlamda tek örnek değildi. Erōs (Aşk), Aidōs (Utanç), Phobos (Korku), Pistis (İman), Mētis (Kurnazlık), Atē (Gaflet) ve Lyssa (Öfke) gibi duygu durumlarından akli yetilere, duygusal tavırlardan ruhsal yoksunluğa ve sapma hallerine kadar pek çok olgu Yunanlar tarafından ilahlaştırılmıştı [3]. Bizim için psikolojik durumlara tekabül eden bu türden pek çok olgu dinsel inanışlara konu olabiliyordu. İç dünyada tecrübe edilen psikolojik durumlar dinsel düşünce bağlamında insanları aşan ve onlardan daha yüce olan kutsal güçler şeklinde beliriyordu. Ama Mnēmosynē’nin durumu biraz farklıydı. Zaman ve ben gibi temel psikolojik kategorilerle etkileşim içindeki bu gelişkin işlev, çalışma ve egzersiz gerektiren çok karmaşık zihinsel işlemleri devreye sokuyordu. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bir tür fetihti. Mnēmosynē’ye atfedilen kutsallık MÖ 12.-8. yüzyıllarda antik Yunan gibi bütünüyle sözlü geleneklerin hüküm sürdüğü bir toplumun hafıza yetisine ne kadar değer verdiğine işaret eder [4]. Yunanların tanrı saydığı bu yetiye atfettikleri özellikleri anlamalıyız. Mnēmosynē’nin hükmettiği şekliyle hatırlama yetisi nasıl ve hangi alanda ortaya çıkmıştı? Ne biçimler alıyordu? Hangi olaylarla ve gerçeklikle ilişkilendiriliyordu? Belli bir zaman algısının inşasına ve geçmişin bilgisine ne oranda yöneliyordu? Bu sorular için tek kaynağımız mitolojik anlatılar. Yine de bu anlatılarda Mnēmosynē hakkında söylenenler ve ona atfedilen eylem, vasıf ve güçler Arkaik Dönem’deki hafıza kavramının bazı özelliklerini ve işleyiş biçimini kısmen de olsa açıklıyor.
Kronos’la Ōkeanos’un kız kardeşi ve Mousaların annesi bir tanrıça Titan [5] olan Mnēmosynē bazen aralarına karıştığı Mousalar korosunun lideriydi. Bilindiği gibi şiir işlevi Mnēmosynē’ye bağlıydı. Antik Yunan’da doğaüstü bir müdahale olmadan şiir işlevinin yerine gelmeyeceği düşünülüyordu. Şiir yaygın olarak delilik, cinnet ve cezbe (enthousiasmos) formlarından biri olarak görüyordu. Apollōn’un etkisi altındaki kâhinler nasıl onun mütercimi olarak görülüyorsa, Mousaların etkisi altındaki ozanlar da Mnēmosynē’nin mütercimleriydi [6]. Sık vurgulandığı gibi Arkaik Dönem’de ozan, şarkıcı ve müzisyen loncaları tarafından icra edilen sözlü şiir geleneğiyle kâhinlik arasında çeşitli benzerlik ve etkileşimler var [7]. “Görü” yeteneği karşılığında gözlerini kaybeden ozanlar ve kâhinler ışığı değil görünmez olanı görebiliyordu. İlham aldıkları tanrılar normal insanların göremedikleri şeyleri bir çeşit vahiy yoluyla onlara görünür kılıyordu. Bu görü yeteneği özellikle faniler için erişilmez olan geçmişi ve geleceği görmelerini sağlıyordu. Mnēmosynē’nin seçkin ölümlülere bahşettiği bilgelik (sophia) [8] kehanet türünde bir “her şeyi bilme” haliydi. Homēros’un kâhin Kalkhas’ı nitelerken kullandığı kelimelerin aynısını Hēsiodos Mnēmosynē için kullanıyor: “her şeyi, geçmekte olanı, geçmişi, geleceği” bilip şarkısını söylüyordu [9]. Fakat çoğunlukla geleceğe ilişkin danışılan kâhinlerin aksine ozanlar neredeyse tamamen geçmişle ilgileniyorlardı. Bu, ozanların bireysel geçmişleri veya –içinde yaşanan olaylardan bağımsız boş bir kalıp olarak, soyut ve genel anlamda– geçmiş değil, belli bir içeriği ve özellikleri olan “kadim geçmiş”ti, yani kahramanlar çağı ve daha kadim çağlar.
Kadim devirleri ilk elden tecrübe eden ozan geçmişi biliyordu çünkü geçmişte bizzat mevcut olma kabiliyetine sahipti. Ozanlar için hatırlamak, bilmek ve görmek aynı şeydi. Şiirsel gelenekte sıradan insanın bilme şekli sıklıkla ozanın bilme şekliyle karşılaştırılıyordu. İlki rivayete dayalı kulaktan dolma bilgilerden oluşurken, tanrılardan esinlenen ozan tanrılar gibi ilk elden görerek biliyordu [10]. Hafızanın kadim olayların ortasına götürdüğü ozan [11] anlattığı hikâyenin zamansal düzeninde eski olayları aynı sırayla yeniden canlandırırken bu olayların bir anlamda katılımcısı oluyordu [12].
Jean-Pierre Vernant
Geçmişte bizzat mevcut bulunabilme, doğrudan tanrılardan haber alma ve tanrısal görü Mousa’ların verdiği esinin belirleyici özellikleri. Yine de ozanlar için zorlu bir hazırlık süreci ve görü yeteneğinin geliştirilmesi amacıyla bir tür çıraklık dönemi elzemdi. Şiir ezgili bir şekilde okunurken doğaçlama yapılmasına rağmen, nesilden nesile aktarılan şiir geleneğine sadakat önemliydi. Sözlü şiir dizme usulüne göre belli tema ve hikâyeleri repertuarında tutan ozan geleneksel ifade biçimlerine, kalıplaşmış tertiplere ve reçeteleşmiş dizme yöntemlerine başvurduğu formülleşmiş bir söyleyiş tekniği kullanıyordu [13]. Çırak ozanların bu şiirsel dilde ustalaşacakları ozan loncalarına nasıl girdiğini bilmiyoruz [14]. Buralarda eğitim muhtemelen büyük oranda ezberleme teknikleri yoluyla, özellikle de uzun şiir parçalarının sıkı ezberiyle gerçekleşiyordu [15]. Homēros’ta bunu destekleyen bir kısım var. Genelde şiirlerin başında olan Mousa’ya (veya Mousalar’a) sesleniş bölümü şiirin başka yerinde karşımıza çıktığında “katalog” denen bitmez insan, bölge ve halk listeleri tarafından takip ediliyor. İlyada’nın II. Kitap’ındaAkha ordusunun envanterini çıkarıp reisleri, birlikleri, diyarları ve gemileri sıralayan 265 mısralık Gemilerin Sayımı (Kataloğu) kısmı şu nidayla başlıyor: “Olympos’ta oturan Mousa’lar, haydi söyleyin şimdi bakalım bana; tanrısınız, her yerde varsınız, bilirsiniz her şeyi, bizimse hiçbir şey bildiğimiz yok, yalnız şurdan burdan bir şeyler duyarız; söyleyin bana, Danaoların başbuğları, komutanları kimlerdi?” [16] Gemilerin ardından gelen en iyi savaşçıların ve atların sayıldığı kısım da Mousa’lara seslenişle başlıyor. Ardından Troia ordusunun sayımı yapılıyor. Destanın II. Kitap’ının neredeyse yarısını oluşturan yaklaşık 400 mısralık bu özel isim listeleri ciddi hafıza becerisi gerektiriyordu.
Bu listeler sıkıcı gözükebilir ama Homēros’un ve özellikle Hēsiodos’un bunlara gösterdikleri özel ilgi şiirlerinde önemli bir rol oynadıklarına işaret ediyor. Toplumun kendi geçmişine ilişkin bilgileri sabitleyip nesilden nesile aktaran bu listeler yazısız toplumun arşivleri gibiydi. Bu mitolojik arşivler ne idari ihtiyaçla ne kralları yüceltmek için ne de tarihçilik amacıyla oluşturuluyordu [17]. Listeler kahramanlar ve tanrılar âleminini tasnif tasnifleyip olabildiğince doğru ve bütünsel adlandırmayı amaçlıyordu. İnsan ve tanrı isimlerini, ailelerini, ülkelerini, atalarını ve aralarındaki hiyerarşileri sıralayan listelerde farklı mitoloji gelenekleri derlenmiş ve mitolojik malzeme tasnif edilmişti.
Antik Yunanca şiirlerdeki bu eksiksiz listeleme ve doğru adlandırma çabası Homēros’taki gibi esas amaç insanları eğlemek olsa bile şiirlere ritüelistik bir hakikat havası veriyor. Hērodotos’a göre önceden ismi olmayan pek çok Yunan tanrısı Homēros’un ve Hēsiodos’un şiirlerinde isimlendirilip tasnif ve tanzim edilmişti [18]. Dinsel âlemi tanzim etme ve “kök” bulma gayretleri bağlantılıydı. Homēros insanlarla tanrıların soykütüğünü, kavimlerle hanedanların kökenini, özel isimlerin etimolojisini ve dini sıfatların çıkış nedenini (aition) gösterirken [19], köken arayışının tümüyle dinselleştiği ve şiirin vahiy havasına büründüğü Hēsiodos’a Mnēmosynē’nin kızları defne ağacından yaptıkları bilgelik asasını (skēptron) verip “Hakikat”i anlatmıştı [20]. Ona öğrettikleri, her şeyin başlangıcını söyleyen “ulvi şarkı” Mousa’ların Zeus’u büyüleyen ezgisiydi ve evrenin doğuşunu, tanrıların kökenini ve insanlığın doğuşunu “baştan itibaren” (eks arkhēs) anlatıyordu [21]. “Şimdinin öncesi”nden öte bir şey olan görünür kıldıkları geçmiş “şimdi”nin kökeniydi. Bu hafıza kavramı günümüzde anladığımız şekliyle olayları belli bir zamansal bağlama oturtmak anlamında hatırlamak değil, varlığın künhüne ulaşıp köklere dönmek ve evrenin kaynağındaki temel hakikati keşfetmekle ilgiliydi. Oluşu anlaşılır kılan bu gerçeklikti.
Mousa’lar’ın anlattığı evren kökeni miti ‘önce’ ve ‘sonra’ kavramlarını içerse de, anlatılan olaylar homojen ve eşsiz bir zaman içerisinde cereyan etmiyordu. Burada söz konusu olan geçmiş algısı kronolojik değil soykütüksel bir ritme sahipti. Her nesil ve soyun (genos) kendine has zamanı ve çağı vardı. Belli bir çağın süresi, akışı, hatta yönü diğerlerinden bütünüyle farklı olabilir [22]. Geçmiş, soyların arka arkaya geldiği katmanlardan oluşuyordu ve soylar kadim zamanı [23] oluşturdukları halde var olmayı sürdürüyordu. Hatta bazı soylar günümüz dünyasından ve mevcut insan soyundan daha fazla gerçeklik içeriyordu. Bu anlayışta zamanın başında ortaya çıkan Gaia ve Ouranos gibi kadim varlıklar günümüz dünyasının da sarsılmaz temelini oluşturuyordu. Ouranos’un çocuğu kaotik güçler olan Titanlar Zeus’a mağlup olduktan sonra bile yeraltının kuytularında var olmayı ve hareket etmeyi sürdürüyordu [24]. Kronos devrindeki altın soyu ve sonraki gümüş, tunç ve kahraman gibi kadim soyların hepsi bir şekilde var olmayı sürdürüyordu. Kimi yerüstü veya yeraltı cinleri, kimi Ōkeanos ötesi Kutlular Adası sakinleri olmuştu ve yalnızca belli varlıklar onları görebilirdi [25]. Unvanlarından anlaşılacağı üzere [26] var olmayı hep sürdüren Kronos-sonrası Olympos tanrıları doğduktan sonra yaşlılık ve ölüm nedir bilmiyordu. Asla tükenmeyecek gençlik enerjisiyle yaşıyorlardı.
Apollo And The Muses, 1882.
Dolayısıyla bu hafıza kavramında “geçmiş”ten bahsetmek, artık varolmayan şeyleri diriltmek ve bunlar sanki hayattaymış gibi bir yanılsama oluşturmak anlamına gelmiyordu çünkü zamanda geriye giderken mevcut gerçekliğin dışına çıkılmıyor ve “şimdi”den uzaklaşıldığında sadece görünür dünyadan uzaklaşılmış sayılıyordu. İnsanlık âleminden çıkıldığında varlığın bu âlemin ötesindeki normalde erişilebilir olmayan başka boyutları ve kozmik düzeyleri keşfediliyordu. Bunlar aşağıdaki ölüler diyarıyla yukarıdaki Olympos tanrılarının âlemiydi. Evrenin ayrılmaz bir parçası olan “geçmiş”i keşfe çıkmak varlığın derinliklerinde saklananları keşfe çıkmaktı. Mnēmosynē’nin şarkısında anlattığı hikâyede tecelli eden batıni âlemin ve doğaüstünün coğrafyasıydı.
Bu kavrayışta hafızanın işlevi zamanı yeniden kurgulamak veya ortadan kaldırmak değil, “şimdi”yle geçmiş arasındaki engelleri kaldırarak fani âlemle uhrevi âlem arasında köprü kurmaktı. Hafızanın geçmişi “çağırma”sı Homēros’taki ruh çağırma (ekklēsis) ritüelindeki gibi [27] bir ölüyü kısacık da olsa uhrevi âlemden çıkarıp faniler arasına çağırmaktı. Kâhinlerin kendilerine danışılan konularla ilgili yaptığı yolculuğa yani merak edilen konuyu öğrenmek –ve görmek– için bir ölümlünün yer altındaki ölüler diyarına gidişi de bunun gibiydi. Mnēmosynē öte dünyaya istedikleri gibi gidip gelme imtiyazını ozanlara veriyordu. Bu anlamda geçmiş ahiretin bir boyutuna tekabül ediyordu.
Hēsiodos’a varlığın kökenine dair gizemleri emanet eden Mousa’lar bir sırrı ifşa etmişti. Hēsiodos’un ahlaktan ve dinden mülhem şiirinde hatırlamak (anamnēsis) bir tür inisiyasyondu. Hatırlama imtiyazına sahip olan seçilmiş kişinin kendisi değişiyordu. Oluşun “hakikat”i yani evrendeki mutlak ilahi düzenle fani varlıklar arasında artan düzensizlik [28] ozana görünür kılınıyordu. Kadim çağları gördükçe demir çağının bugünkü kötülüklerinden kısmen arınan ozanın zamanı tecrübe ediş biçimi hafıza tarafından değişime uğruyordu. Kadim devirlerle ve tanrısal zamanla (aiōn) hafıza sayesinde kurulan temas ozanı beşinci soyun sıkıntıları, sefaleti ve kaygılarından uzaklaştırıyordu [29]. Mnēmosynē Hēsiodos’ta hem hatırlama hem kötülüklerin unutulmasıydı (lēsmosynē kakōn) [30]. Geçmişi hatırlamak mecburen “şimdi”yi unutmaktı.
Dolayısıyla kehanette bulunmak için Lebadeia’daki Trophо̄nios mağarasından Haidēs’e iniş ritüelinde Lēthē’nin (Nisyan) Mnēmosynē’yle (Hafıza) birlikte anılması ve bunların birbirini tamamlayan iki tanrı olması şaşırtıcı değil [31]. Arınma ritüellerinden geçen Lebadeia kâhini ölüler diyarına girmeden önce Lēthē ve Mnēmosynē denen iki pınara götürülüyordu. İlkinden içtiğinde fani hayatını unutup ölmüşçesine Gece’nin alanına girerken, ikinciden içtiğinde ahirette görüp duyduklarını hafızasında muhafaza ediyordu. Böylece kâhinin bilinci fani âleme döndüğü halde şimdiki zamanın bilgisiyle sınırlanmaktan kurtuluyordu. Öbür dünyayla kurduğu temas geçmişin ve geleceğin bilgisini kâhin için erişilebilir kılıyordu.
Çeviren: Nazım C. Serbest
Kaynak: Antik Yunan'da Mit ve Düşünce [Mythe Et Pensee Chez Les Grecs Etudes de Psysckologie Historique], Jean-Pierre Vernant, çev. Nazım Can Serbest, İş Bankası Kültür Yayınları, 2023.
* Journal de Psychologie, 1959, s. 1-29.
[2] Meyerson, “Le temps, la mémoire, l’histoire” Journal de Psychologie, 1956, s. 335.
[3] Erōs (Aşk) inancı oldukça yaygındı. Sparta’da ve Atina’daki Aidōs (Utanç) inancı için bkz. Pausanias 3.20.10 ve 1.17.1 ve Hēsiodos, İşler ve Günler, 200; Sparta’da Phobos (Korku) inancı için bkz. Ploutarkhos, Kleomenēs, 8, 9 ve Atina’daki Phobos inancı için bkz. Ploutarkhos, Thēseus, 27; Attika’daki Pistis (İman) inancı için bkz. Farnell, Cults of the Greek States, V, s. 481 n. 248. Mētis’in (Kurnazlık) tanrı sayılması konusunda bkz. Hēsiodos, Theogonia, 358 ve 886 ve devamı; Atē’nin (Gaflet) tanrı sayılması konusunda bkz. Homēros, İlyada, IX.503 ve devamı, X.391 ve devamı, XIX.85 vd.; Apollodōros, Bibliothēkē, 3.12.3 ve tragedya yazarları; Lyssa’nın (Öfke) tanrı sayılması konusunda bkz. Euripidēs, Bakhai, 880 vd.
[4] Louis Gernet’nin belirttiği gibi (“Le temps dans les formes archaïques du droit” Journal de Psychologie, 1956, no: 3, s. 404) yazının yokluğundamahkemelerde geçmişi hatırlamakla yükümlü olan ve hafız (mnēmōn)denilen görevli canlı bir “kaynağın” belli bir bireyin hafızasında muhafaza edilmesine dayanıyordu. Mnēmōn terimi yazılı belgelerin muhafazasından sorumlu görevliler için ancak daha ileri bir tarihte kullanıldı. Ama mnēmōn’un görevi hukuksal alanla kısıtlı değildi. Gernet’ye göre bu makamın kökeni dinsel bir uygulamaya dayanıyordu. Mitolojik kahramanların hizmetkârı olarak karşımıza çıkan mnēmōn karakteri efendisinin tanrısal vazifesini ona sürekli olarak hatırlatmakla yükümlüydü ve bu görevi unutursa, efendisi hayatını kaybedecekti: Ploutarkhos, Yunan İzahatı (Aitia Hellēnika), 4. Mnēmōn teknik (Odysseia VIII.163) veya dinsel-politik (Ploutarkhos, Yunan İzahatı, 4) bir görevden veya dinsel takvimin düzenlenişinden (Aristophanēs, Bulutlar (Nephelai), 615-26) sorumlu olabiliyordu. Gernet’nin şu ifadesi her bağlamda geçerli gözüküyor: “Yazı aşamasına gelindiğinde hafıza işlevi biraz gerilemiş gibiydi.”
[5] Hēsiodos, Theogonia, 54 vd., 135, 915 vd.
[6] Pindaros, fr. 32 (Puech basımı) IV, s. 213: “Gaipten haber ver ey Mousa, ben tercümanın olayım” (Manteueo, Moisa, prophateusō d’egō). Ayrıca bkz. Platōn, Iōn, 534e.
[7] Özellikle bkz. Cornford, Principium sapientiae - The Origins of Greek Philosophical Thought, Londra, 1952, s. 89 vd.
[8] Bir tür bilgelik (sophia)olarak şiir için bkz. Jacqueline Duchemin, Pindare poète et prophète, Paris, 1955, s. 23 vd. Pindaros kendisinden “bilge adam” (sophos anēr) ve “bilge” (sophistēs) diye bahsediyor (Isthmia Zafer Şarkıları 5.28).
[9] Homēros, İlyada I.70; Hēsiodos, Theogonia, 32 ve 38.
[10] İlyada II.484 ve devamı; Odysseia VIII.491; Pindaros, Mezmurlar (Paianes), 10 ve 6.50-58 (Puech basımı, IV, s. 133 ve 120); Olympia Zafer Şarkıları (Olympionikai) 2.94 vd.
[11] Platōn, Iōn, 535bc.
[12] Olay örgüsüne olabildiğince sadık bir anlatı kurmak için ozanlar hikâyelerine belli bir noktadan başlamayı Mousalardan niyaz ediyordu. Bkz. İlyada I.6: “İlk açıldığı günden beri araları/ Atreusoğlu’yla tanrısal Akhilleus’un.” Ayrıca kalıplaşmış bir ifade olarak bkz. “Söyleyin Mousalar, ilk önce kim...” (İlyada XI.218, XIV.508, vs.).
[13] Bkz. A. Van Gennep, La question d’Homère, Paris, 1909, s. 50 ve devamı; Milman Parry, L’épithète traditionnelle dans Homère ve Les formules et la métrique d’Homère, Paris, 1928; A. Severyns, Homère - Le poète et son oeuvre, Brüksel, 1946.
[14] Keltler hakkında daha fazla bilgiye sahibiz. Galli bard’lar ve İrlandalı fili’ler büyü ve kehanet sınavlarıyla ölçülen çeşitli aşamalardan geçmek zorundaydı. J. Vendryes’e göre, “Yıllar süren talim esnasında stajyer ozan bir yandan ülkesinin tarihsel, soybilimsel (jenealojik) ve yöresel (topografik) özelliklerini öğrenirken, diğer yandan da vezinleri ve her çeşit şiirsel usulü tatbik ediyordu.” Bu eğitim usta ozanlar tarafından inziva mekânlarında ve sessiz yerlerde veriliyordu. Talebeler şiir dizmeyi alçak ve penceresiz odaların zifiri karanlığında öğreniyordu. Bu yüzden bir ozan kendisinden bahsederken şu tarifi kullanıyor “Günışığından korunmak için göz kapakları perdeler gibi kapalı”. J. Vendryes, Choix d’études linguistiques et celtiques, Paris, 1952, s. 216 vd.
[15] Parry “Homēros için de tüm ozanlar gibi şiir dizmek hatırlamak demekti” derken, Ferdinand Robert şunu yazıyor: “Ozan ezberden anlatan biriydi. Kalıplaşmış, çoğunlukla da oldukça eski ifadelerle dolu bir dil kullanıyordu. Bu dil ve vezin, ezber tekniğinden ibaret görülebilir.” (Homère, Paris, 1950, s. 14). Ezberden okuma ve doğaçlama arasındaki bağlantı hakkında bkz. Raphael Sealey, “From Phemios to Ion” Revue des Études grecques, 70, 1957, s. 312-352. Platōn (Iōn, 535b ve 536c) yalnızca ezbere şiirler okuyan Iōn’u bile tanrılardan esinlenen ve tanrısal deliliğin (mania) etkisi altında biri olarak tasvir ediyor. Takti ederken ritmin ezber tekniği olarak kullanımı hakkında bkz. Marcel Jousse, “Études de psychologie linguistique - Le style oral rythmique et mnémotechnique chez les verbo-moteurs” Archives de Philosophie, 1924, 4.
[16] İlyada II.484 vd.
[17] Homēros’taki listeler iddia edildiği gibi Miken kâtipleriyle ilişkiliyse bile devamlılıktan ziyade aktarımdan bahsedebiliriz. Bkz. T. B. L. Webster, “Homer and the Mycenaean tablets” Antiquity, 29, 1955, s. 10-14.
[18] Hērodotos 2.53.
[19] H. Munro Chadwick ve N. Kershaw Chadwick, The Growth of Literature, Cambridge, 1932, I, s. 270 vd.
[20] Theogonia, 28.
[21] Theogonia, 45 ve 115.
[22] Altın soyu hep genç kalıp yaşlanmadan ölürken, gümüş soyu yüz yıl çocuk kalıp ergenliğe girer girmez bir anda yaşlanıyordu. Demir soyu ise helak olmadan önce ak saçlı ve yaşlı doğacaktı. İşler ve Günler, 109 vd.; bkz. yukarıda s. 25-26.
[23] Theogonia, 100: “ilk insanların şanlı işleri” (kleea proterōn anthrōpōn).
[24] Theogonia, 713 vd., 868.
[25] İşler ve Günler, 120 vd.; 140 vd.; 152 vd.; 168 vd.
[26] Tanrılar “hep var olanların” (aien eontōn) soyuydu (genos).
[27] Homēros, Odysseia X.515 vd.; XI.23 vd.
[28] René Schaerer’in belirttiği üzere (“La représentation mythique de la chute et du mal” Diogène, 1955, 11, s. 58 vd.) Theogonia’da “tanrısal zaman”ın gidişatı düzene ve istikrara doğruyken, insani zaman aksi istikametteydi ve ölümle noktalanacaktı. Bu uyumsuzluk şiirin ana fikirlerinden biriydi.
[29] İşler ve Günler, 176 vd.
[30] Theogonia, 55 ve 102 vd.
[31] Pausanias 9.39. İnisiyasyon töreninin tüm özelliklerini içeren Lebadeia’daki ayin kehanette bulunma eylemiyle gizem kültlerindeki ifşa etme eylemi arasında bir yerdeydi.
Comments