top of page

Cormac McCarthy'nin Ardından

Punctum Dergi


Onun romanları, yaşam ve ölüm, kötülüğün doğası, ahlaki seçim, şiddetin cazibesi, geleneklerin gelip geçiciliği ve gezegenin geleceği hakkında ciddi sorular sordu. McCarthy, uyumsuzlar ve sapkın dışlanmışlar hakkında insancıl bir şekilde yazdı.


06/23 | Minyatür

 


Özellikle Blood Meridian, The Road [Yol] ve No Country for Old Men [İhtiyarlara Yer Yok] gibi şiddet dolu, karanlık kitaplarıyla tanınan ve edebiyat dünyasında derin izler bırakan Cormac McCarthy geçtiğimiz salı günü 89 yaşında öldü. Penguin Random House’dan yapılan basın açıklamasına göre, Pulitzer ödüllü yazarın New Mexico, Santa Fe’deki evinde doğal sebeplerden öldüğünü oğlu John McCarthy doğruladı.


McCarthy’nin Appalachia’dan güneybatıya kadar yarattığı ürkütücü Amerika temsilleri onu “çağdaş Amerikan edebiyatının devi” yapmıştı. Post-apokaliptik romanı Yol ona 2007’de Kurgu Dalında Pulitzer Ödülü’nü kazandırırken, Western/suç/gerilim türündeki eseri İhtiyarlara Yer Yok filme uyarlanarak Akademi Ödülü kazandı. Bununla birlikte, edebiyat eleştirmeni Harold Bloom’un McCarthy’yi “hem Melville hem de Faulkner’ın değerli öğrencisi” olarak nitelendirmesine sebep olan, onun Blood Meridian adlı romanıydı. Bloom’a göre Blood Meridian, “Faulkner’ın As I Lay Dying [Döşeğimde Ölürken] kitabından bu yana, en iyi kitap.”


Penguin Random House CEO’su Nihar Malaviya’nın ifadesiyle “edebiyatın yönünü değiştiren” McCarthy, altmış yıl boyunca icra ettiği zanaata ve yazılı kelimelerin sonsuz olanaklarını ve gücünü keşfetmeye sarsılmaz bir bağlılık gösterdi. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca okur, onun karakterlerini, efsanevi temalarını ve her sayfada tüm çıplaklığıyla sergilediği duygusal gerçekleri, zamanını aşan parlak romanlarıyla kucakladı.



McCarthy’nin vefatının ardından önde gelen pek çok çağdaşı ve eleştirmen taziyelerini sunup, onun dünya edebiyatındaki yerini andılar.


İngiliz yazar ve Emmanuel College, Cambridge üyesi Robert Macfarlane:

McCarthy’nin -60 yılı aşkın süredir yazılmış- hayranlık uyandırıcı eserlerinde övebileceğim binlerce şey arasında, onun düzyazı ritimlerinden bahsetmek istiyorum. Kitapları zihnin kulağında yankılandı, zihni uğuldattı ve gümbürdetti; zihni çığlıklarla delip geçti. Melville’den bu yana düzyazıyı herkesten daha çok dinledi ve ölçü (prosody) hakkında herkesten çok düşündü. Faulkner’ın kadanslarının ölmekte olan düşüşlerine önce sığamadı, sonra onları radikal biçimde aştı. Cümleleri, sayfalarca çakan muhteşem şimşekleri andırıyordu […] McCarthy’nin sözlüğündeki en önemli sözcük belki de en az dikkat çekeniydi: “ve”. Bu küçük bağlaç, acımasızlık ile aleladeliği, aşırı şiddetli olanla ve nezaketi parataktik bir şekilde (aralarındaki ilişkileri neredeyse hiç belirtmeden art arta düzene soktuğu bir üslupla) birbirine bağladı. Ahlaki olarak, McCarthy, “tüm fenomenler” üzerine “garip bir eşitlikle” düşerken betimlediği çöl ışığına benzer bir güce sahipti. Tarihyazımsal açıdansa, McCarthy, insanlık tarihi konusundaki kasvetli görüşünü sahneledi: tekrar, yineleme, ilerleme yanılsaması, zamanın karanlık geçmişinde ve uçurumunda çınlayan bir ölüm davulunun sonsuz vuruşları.


Amerikalı korku ve fantastik roman yazarı Stephen King:

Bu yılın başlarında, Cormac McCarthy daha hayattayken, “The Dreamers” adlı bir hikâye için bir fikir vardı aklımda. Cormac McCarthy’nin sondan bir önceki kitabı The Passenger’ı okurken yazdım bunu. Ortaya çıkan hikâye, büyük ölçüde McCarthy’nin düzyazısının etkisi altındaydı. Aslında, All the Pretty Horses gibi McCarthy romanlarını ve başyapıtı Blood Meridian’ı okurken olduğu gibi, The Passenger da beni neredeyse hipnotize etti. Hikâyem McCarthy’nin tarzında olduğu için onu McCarthy’e ithaf ettim.


[Bu] onun hem okuyucuları hem de çalışmalarına hayran olan daha az yetenekli yazarlar üzerinde yarattığı büyüyü gösteriyor. Basitçe söylemek gerekirse, son büyük beyaz erkek Amerikalı romancıydı.


Düzyazısı şüphesiz William Faulkner’a bir şeyler borçlu, ama nihayetinde ondan üstün olmasa bile ona denk hale geldi. Blood Meridian’dan (1985) itibaren, düzyazısı, etkisi bakımından sanrısal ve gücü bakımından Evanjelik olan neredeyse İncil’e has bir nitelik kazandı. Onu okuduysanız anlarsınız. Yaşlı yaşınca ölmesine ve işini bir pirin sarsılmaz gücüyle yapmasına rağmen, hâlâ duymadıysanız, hissettiğim kaybı aktarmanın bir yolu yok. O, Amerikan hayal gücü için bir kayıp, ancak McCarthy’nin kendisinin de söyleyebileceği gibi, “Sana kitapları verdim ve kitaplar, sönmeden ve yılmadan varlıklarını devam ettirir.”


İngiliz romancı Benjamin Myers:

Cormac McCarthy’yi okumakta geç kalanlardanım. 2008 Noel’inde, bilinmeyen nedenlerle, Yorkshire Dales’in ücra bir köşesindeki karla kaplı bir kulübede, kendimi The Road’a kaptırana kadar onu okumamıştım.



Bazen konu, üslup ve ortam, edebiyatın neler yapabileceğine dair anlayışınızı değiştiren ve hayal gücünüze yepyeni bir yön çizen mükemmel bir okuma deneyimi için bir araya gelir. Bu oydu işte. Romandan o kadar etkilendim ki, bitirince beklenmedik bir şekilde partnerime evlenme teklif ettim. Ağzımdan çıkan kelimelere de en çok ben şaşırdım. Fakat yalnızca iki büyük temayı, yaşam ve ölümü ele alan bu yazar işte böyle bir güce sahiptir. Outer Dark ve Child of God gibi ilk romanlarının gotik groteskinden [itibaren] McCarthy benzeri görülmemiş bir güçle yazdı. Dil anlayışı, edebiyatın bir kara büyü süreci olduğunu, her yeni romanın büyü yapmak için benzersiz bir kelime dağarcığı gerektirdiğini çok iyi bildiğini gösteriyordu: tehlikeli bir silah ve bir baştan çıkarma biçimi olarak şiir.


[…] yaratıcı yeteneklerinin ötesinde bir diğer takdire şayan özelliği de McCarthy'nin “yazarlık” kavramını hiçe saymasıydı. Bu, hayatında basın röportajları, festival gösterileri, mağazalarda düzenlenen küçük düşürücü imza törenleri olmaması anlamına geliyordu. Dış dünya söz konusu olduğunda o bir keşişti ama çoğumuz için rüyayı yaşıyordu. Yazarın, bir gösteri foku kadar memnun etmeye hazır iyi bir anlatıcı ve şovmen olmasının beklendiği bir sektörde, onun üretimi, ruhu tüketen tüm bu dikkat dağınıklığa karşı güçlü bir argüman sundu. Blood Meridian’ı ancak dünyadan saklanan bir adam yazabilirdi.


Bir yazar, kendisine söyleneni yaparak ölümsüz eserler yaratamaz. Cormac McCarthy ne istiyorsa onu yaptı. Böylesine yaratıcı bir özgürlük ve dilsel cesaret, onun dünyaya yaptığı katkının asırlar boyunca dillerden düşmeyecek bir eser olmasını teminat altına aldı.



İngiliz yönetmen ve yapımcı Ridley Scott:

Cormac aramızdan ayrıldı ne yazık ki. Böyle duygusal / içgüdüsel karşılaşmaları unutulmaz imgelerle yazan, geçen yüzyılın en büyük Amerikalı yazarlarından biriydi. En alelade “evrenler”i bile bana Ulysses’iyle Joyce’u hatırlatan her düzeyde bir şair. Onunla iki kez çalıştım. Blood Meridian’ın çok iyi bir uyarlamasında birlikteydik, oysa kimse buna cesaret edememişti. […] şimdiye kadar karşılaştığım en iyi diyalogları yazdı. En gurur duyduğum yaratımlarımdan biri oldu.


İngiliz yazar ve kültür tarihçisi Travis Elborough:

[Her zaman edebi bir kanun kaçağı olan, şöhretin tuzaklarından ve kitap dünyasından kaçınan] McCarthy, hep büyük sorunlarla boğuşan bir yazardı. Onun romanları, yaşam ve ölüm, kötülüğün doğası, ahlaki seçim, şiddetin cazibesi, geleneklerin gelip geçiciliği ve gezegenin geleceği hakkında ciddi sorular sordu. McCarthy, uyumsuzlar ve sapkın dışlanmışlar hakkında insancıl bir şekilde yazdı. Kitapları içki ve uyuşturucu kaçakçıları, dolandırıcılar, ensest ilişki yaşayan kardeşler, çocuk katilleri, kafa derisi avcıları, seri katiller ve ölüsevicilerle doluydu ve insanın kadir olduğu en karanlık eylemleri inceledi. Ama dünyayı basit ikiliklerle resmetmeyi reddetti. Romanları, görünüşte iyi insanların başına gelen kötü şeyler ve sonunda iyi gibi görünen kötü, çılgınca ve bilinmesi tehlikeli şeylerle kana bulanmıştı.

 

Kaynak: https://www.theguardian.com/books/2023/jun/14/cormac-mccarthy-remembered-his-work-will-sing-down-the-centuries

Üst
bottom of page