top of page

Bir Metro Haritası Olarak Tractatus

  • Ryan Ruby
  • 24 Haz
  • 4 dakikada okunur

Ryan Ruby


Gál'ın Tractatus'unun yirmi yedi bölümü Burger'ınkinden hem daha iyimser hem de soyut, daha kompakt ve kapsam olarak daha geniştir ve tüm bu açılardan adını aldığı esere daha yakındır.


06/25 | Kitap


Walter Benjamin, “Edebiyatın tüm büyük eserleri,” diye yazmıştır, “ya bir tür bulmuş ya da onu ortadan kaldırmıştır.” Bu önerme, gözlemin yapıldığı Proust'un Kayıp Zamanın İzinde romanı gibi bir kitap için geçerli olsa da tipik edebiyat şeklinde görülmeyen eserler için o kadar da geçerli değildir. Örneğin, Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (1922) ve Felsefi Soruşturmalar (1953) adlı eserlerinde felsefi yazı türünü ortadan kaldırmaya çalışsa da başarısız olmuş, ancak kitlesi çoğunlukla edebiyatın sanat dünyasıyla kesişiminde bulunan farklı bir tür kurmuştur. Tractatus'taki numaralandırılmış önermeler dizisi, Spinoza ve Leibniz gibi on yedinci yüzyıl filozoflarının sözde geometrik kanıtlarına büyük ölçüde borçlu olmasına ve Soruşturmalar'ın numaralandırılmış paragrafları Epiktetos'tan Nietzsche'ye uzanan bir aforizma geleneğinden modellenmiş olmasına rağmen, her iki kitap da akademik makalenin üslup normlarından önemli edebi sapmalar olarak kabul edildi ve felsefenin içinde olmaktan çok dışında çalışanlar arasında daha etkili olduğu kanıtlandı.


Wittgenstein’ın hayatının Bruce Duffy’nin The World as I Found It (1987) ve Thomas Bernhard’ın Correction (1975) gibi kurgusal versiyonlarını bir kenara bırakırsak, bu türe David Markson’ın deneysel romanı Wittgenstein’s Metresi (1988), Guy Davenport’un kısa öyküsü “Au Tombeau de Charles Fourier” (1975), Rosmarie Waldrop’un düzyazı şiir koleksiyonu The Reproduction of Profiles (1987) ve daha yakın zamanda Lars Iyer’ın Wittgenstein Jr. (2014), Eugene Thacker’ın Infinite Resignation (2018) ve Maggie Nelson’ın Bluets (2009) ve The Argonauts (2015) eserleri dahildir. Wittgenstein'ın numaralandırma sistemlerini benimseyip benimsemediklerine bakılmaksızın, bu metinler söylemsel ve anlatısal modları harmanlar, kavramsal analizi kurgu veya anı ile karıştırır, düzyazı ile şiirsel arasındaki sınırı aşar, sürekli olanı parçalı olan için reddeder ve genellikle karanlık komedi anlarını mutlaka engellemeyen melankolik bir tonla karakterize edilir. Sınıflandırılması zor olan Anglofon yayıncılar, bu türü tatmin edici olmayan bir şekilde “karma yazım” olarak etiketlemiştir. Geçtiğimiz yıl Wittgenstein'dan esinlenen modda iki giriş daha İngilizce okuyuculara sunuldu: Hermann Burger'ın Tractatus Logico-Suicidalis (1988), Wakefield Press için Adrian Nathan West tarafından Almancadan çevrildi ve Róbert Gál'ın Tractatus'u (2021), Schism Press için David Short tarafından Slovakçadan çevrildi.



Wittgenstein gibi Hermann Burger de, II. Dünya Savaşı sırasında, komşu ülke İsviçre'de, rahat koşullarda doğdu. Üç ağabeyi intihar eden ve sık sık aynısını yapmayı düşünen Avusturyalı filozof gibi, Burger'in depresyon ve intiharla meşguliyeti, kurgu eserlerinin ana temalarıdır. Küçük bir İsviçre kasabasının Hermann Burger'in kayıp cesedini bulma çabalarını anlatan kısa bir öyküyle çerçevelenen Tractatus Logico-Suicidalis, bir kişinin hayatına son verme sanatı ve biçimi üzerine 1.046 aforizmadan (ya da metakurgu yazarının tercih ettiği terminolojiyi kullanmak gerekirse “mortolojizmden”) oluşan bulunmuş bir el yazması olarak kendini sunar. Kısmen yarı alaycı bir “mortoloji” tezi ölüm bilimi, kısmen de Batı tıbbı, hukuku ve estetiğindeki “kendini öldürme” tarihinin ele alınması (Shakespeare, Kleist, Trakl, Kafka, Houdini, Camus, Plath, Améry ve tabii ki Wittgenstein’ın kendisi metinde yer alır) olan Tractatus, Cioran’ın abartılı derecede şaşkınlığına sebep olacak bir karamsarlıkla ve Bernhard’ı utandıracak bir huysuzlukla yazılmıştır.vMide bulandırıcı komik gücünün çoğunu, sapkınların bölgesine geçen ve burada iyi zevkin sınırlarını ihlal eden takıntılı bir rasyonalitenin gösterisinden alır. Metin ilk yayınlandığında, eleştirmenler Bachmann Ödülü kazanan yazarın kara mizahını ve acımasız ironisini hemen fark ettiler; Bir yıl kadar sonra, dört ciltlik başyapıtı Brenner'ın yarısını yazdığı bir depresyon ve mani döngüsünden sonra, Burger barbitürat ve alkolden aşırı doz olduğunda, bir intihar notuyla karşı karşıya olabileceklerini kabul etmek zorunda kaldılar.


Ancak, absürt çözümlemeden (“İntiharcıdan intihara meyilli olmaya ilerlemek, ölümlü terimlerle bir terfidir”), kendini yadsıyan mantıktan (“Ölümün tedavisi yoktur, ama intiharın bir tedavisi vardır: ölüm”) veya kasıtlı kışkırtmalardan (“Yoğun bakım ünitesi, bir gözetleme şovunun tam tanımıdır”) daha ilgi çekici olanı, kitabın sanat, yaratıcılık ve hayal gücü üzerine düşünceleridir. Burger, 1916'da Zürih'teki Cabaret Voltaire'in Dadaistleri tarafından ortaya atılan ve Chris Burden'ın Shoot (1971) ve Marina Abramović'in Rest Energy (1980) gibi performans sanatı eserleriyle kendi zamanına taşınan sanat ile yaşam arasındaki ayrımı ortadan kaldırma talebinin, ölümü de bir tür sanatsal uygulama olarak düşünmek anlamına geldiğini sezmiş gibi görünüyor. “Nükleer ve ekolojik felaketler, dünyanın karşı karşıya olduğu toplu kıyım göz önüne alındığında,” diye yazıyor, “intiharın çözümü sanatsal ve devrimci bir eylemdir.” Burada Tractatus bir manifesto niteliğini alır ve okuyucular onun hastalıklı konusuna yoğun bir şekilde odaklanmasının altında yatan amacı görebilirler: verilen gerçekliğin kabulü yerine yanılsama yaratmanın haklı çıkarılması. Eğer “yaratıcı teoremi çürütürse: de nihilo nihil” bunun nedeni gerçek üzerinde “hayal gücünün diktatörlüğünü” tek başına kuran kişi olmasıdır. Burger, yaratıcı dürtüyü zayıflattığı için terapiye karşı çıkar, ancak ona göre yazmanın yüceltme gücü yoktur. Şöyle der: “Tractatus'umuzu okuduktan sonra hiç kimse ölmek zorunda değil, çünkü beklentinin gerginliği yok olur - ölümlülüğe.” “Yaratılış,” diye sonuca varır, “ölüm sorununa çözümdür.”



“Ölümüne hayatın hatlarını vermek” aynı zamanda Bratislava doğumlu, Prag merkezli deneysel yazar Róbert Gál'ın da ifade edilen hırslarından biridir. Felsefi parçalardan oluşan önceki koleksiyonları arasında Naked Thoughts (2019) ve Signs & Symptoms (2003) bulunur. Gál'ın Tractatus'unun yirmi yedi bölümü Burger'ınkinden hem daha iyimser hem de soyut, daha kompakt ve kapsam olarak daha geniştir ve tüm bu açılardan adını aldığı esere daha yakındır. Aksiyomatik iddia ile retorik soru arasında gidip gelen Gál, dilin ve benliğin sınırları, hakikatin ve bilginin doğası, zamanın metafiziği ve rasyonalite ve dini inancın değerleri gibi konuları ele alır ancak etik-estetik soruyla da daha az ilgilenmez: Bir insan nasıl olmalıdır? Benzer şekilde, yaşam ve sanat —yazılı dilde düşünme sanatı—arasındaki düzenli ayrımı reddeden Gál, “gerçeğin ahlakla ortak noktasının bir gerçeklik değil, ahlak meselesi olduğunu” savunur.

Bu anlamda bir gerçeklik kavramına sahip olmak, genellikle anladığımız gibi deneysel gerçekleri biriktirebilmek anlamına gelmez, çünkü gerçekler kendi başlarına nasıl yaşadığımız ve öldüğümüzle ilgili herhangi bir ilişkinin dışında dururlar. Aksine, “bir iddia, biçimi içerik haline geldiğinde doğrudur.” Başka bir deyişle, bir önerme, Tractatus Logico-Philosophicus'un Wittgenstein'ının iddia edeceği gibi, yapısı dünyanın yapısını yansıttığında değil, Felsefi Soruşturmalar'ın Wittgenstein'ının kabul edeceği gibi, yapısı kullanıcılarının yaşamlarına benzetildiğinde doğru olur. Gál, “yaşam, yalnızca önermelerle kavranamayacak kadar canlıysa” bunun insanların arayan, bulan ve oyun oynayan olmaktan çok daha az bilen olmaları nedeniyle olduğunu doğru bir şekilde belirtir. İnsanlar bekleyen ve hatırlayan, acı ve dehşeti deneyimleyen, hayal kuran ve düşleyen varlıklardır; bu da sonuçta “özgürlüklerinin bir tezahürüdür.”


Ayrıca felsefe kökenlerinde sanat ile yaşam arasındaki bariyeri yıkmanın bir yoludur.Bu yüzden akademik felsefenin görmezden geldiği ve ana akım kurgunun hafife aldığı edebi biçim ve stil üzerine bilinçli düşünme, Burger ve Gál'ın Tractatuses'lerinin ait olduğu “melez yazım” türünün temel bir özelliğidir. Her ikisi de tam da bu biçimlerinde Gál'ın  Wittgenstein'dan epigram olarak aldığı bu alıntıda onurlandırılır: “Felsefe yalnızca şiir olarak yazılmalıdır.”


Çeviri: Sedat Demir







Üst
bottom of page