top of page

Bana Hikâye Anlatma (mı?): Estetik Bir Edim Olarak Tarih


Geçmişe ilişkin kimi izler üzerinden onun sahici bir fotoğrafını çekme gayretindeki tarihçi, bütün bu faaliyeti süresince yaptığı işin dil dolayımında olduğunun ve onun merceğinden süzüldüğünün ayırdında mıdır?


12/22 | Kitap

 


Tarih yapmanın ya da tarihsel bir hikâye kurmanın / anlatmanın ne olduğuna yahut nasıl cereyan ettiğine ilişkin tartışma bilhassa 20. Yüzyıl'ın son çeyreğinde önemli oranda artış göstermiş ve bu tartışmanın etkisiyle tarih disiplini fazlasıyla renkli bir iştigal sahası haline gelmiştir. Buradaki temel çekişme tarihçilerin anlattıklarının esastan olanı ifade edip etmediği ya da sahih olup olmadığı tartışmaları ekseninde dönse de sadece bunlarla kalmamış, bizzat tarih yapma faaliyetinin kendisinin sorgulanmasını beraberinde getiren radikal bir noktaya evrilmiştir. Geçmişe ilişkin kimi izler üzerinden geçmişin sahici bir fotoğrafını çekme gayretindeki tarihçi, bütün bu faaliyeti süresince yaptığı işin dil dolayımında olduğunun ve onun merceğinden süzüldüğünün ayırdında mıdır? Geçmişin eksiksiz bir resminin, mezkûr kalıntılara sadakatle mümkün olduğuna ilişkin fazlasıyla safiyane inanç, dilin burada oynadığı merkezi rolün hakkını teslim etmeyi becerebilecek midir? Tarih disiplininde hususen 19. Yüzyıl'da ortaya çıkıp kurumsal bir nitelik kazanan mesleki müktesebatın buradaki miyoplukta tesiri var mıdır? Bu neviden birçok soru sormak mümkün olsa bile esas sorunun dil ve doğrudan temsilde düğümlendiği aşikârdır.


Yayımlandığı tarihten beri oldukça ses getiren eseri Metatarih’te *, Hayden White, bu gibi sorulara fazlasıyla cüretkâr ve kışkırtıcı yanıtlar vermekle kalmamış, tarih disiplininin üzerinde yükseldiği mesleki ve bilimsel konvansiyonları da ciddi anlamda sorgulanır hale getirmiştir. Tarihin Aydınlanmacı anlamda bilimsel bir disiplin olmaktan ziyade edebiyatın kavramsal ve pratik gereçlerini kullanan enikonu edebi ve poetik bir faaliyet alanı olduğunu iddia eden White bu yaklaşımıyla, disiplini çevreleyen pozitivist anlamdaki bilimsellik halesini de ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Tarihyazımı faaliyetinin geçmişten kalan iz, belge ve kalıntıların belli bilimsel kriterler ekseninde derlenmesi sonucu oluşan olabildiğince sahih bilgiyi içeren ilmi nitelikleri haiz bir faaliyetten ibaret olmadığını belirten White, esasen tarihçinin kurduğu anlatıyı mümkün kılan anlam ağlarıyla sosyo-ekonomik ve ideolojik bağlama dikkat etmek gerektiğini ifade etmiştir.



White, tarihsel bilginin ya da tarih yazmanın bütününe ilişkin kapsamlı bir teori dolayımıyla geçmişten tevarüs edilmiş parça ve izlerden müteşekkil bir hikâye anlatmadan önce söz konusu tarihsel sahanın yeniden canlandırılması için gerekli dilsel mutabakatları metafor, metonimi, kapsamlama ve ironi başlıkları altında incelemektedir. Ayrıca White’a göre geçmiş, sürekli surette bir dolayım arz ettiği gibi ekseriyetle etik, politik ve estetik bir tavrın ürünüdür ve tercih edilmiş ya da içine doğulmuş bir anlam evreninden ortaya çıkmasıyla da spekülatif olanla olmayanı tayin ve tespit etmeyi mümkün kılacak genel geçer bir yönteme doğası gereği sahip değildir. White, bütün bu kavramsal değerlendirmelerini, Jules Michelet, Leopold Ranke, Alexis de Tocqueville ve Jacob Burckhardt gibi meslekten tarihçi sayılabilecek has tarihçilerin çalışmaları üzerinden sunarken, bu anlamda profesyonel tarihçi olmasa da meseleye dair en azından teorik düzeyde kalem oynatmış Georg F. Hegel, Karl Marx, Friedrich Nietzsche ve Benedetto Croce gibi filozoflar vasıtasıyla da test etmeye çalışır.


Tarihçinin işini yaparken ya da tarih anlatırken sadece çantasında bulundurduğu teorik müktesebatı dikkate alıp, kurduğu anlatının meşru sahibi olarak bu anlatıyı belli bir doğru-yanlış oyunu ekseninde değerlendirmesi, meta-tarihsel faaliyet değildir. Bir diğer deyişle tarihçinin tarihsel malzemeyi işleyerek ortaya koyduğu tarihsel bilgi hüviyeti kazanmış çıktıyı mümkün kılan teorik art alan, söz konusu metnin yüzeysel bir biçimini ifade eder. Bu anlamda tarihçilik zanaatını var eden mesleki mutabakatlar olarak buradaki teorik mühimmata da kısa devre yaptıran, hem tarihçinin hem de bu teorik öncüllerin içinde devindiği dilsel ve anlamsal evrenin kendisine odaklanmak, bütün bir Tarihyazımı faaliyetinin muhtevasına dair daha sahih verilere ulaşmamızı sağlar. Hayden White, tam da bu dilsel ve anlamsal ağın yaratıcısı olan dilin bizatihi kendisine dikkat kesilerek ve tarih yazma ya da yapma faaliyetinin en temel bileşenini teşkil eden bu dilsel ağın kiplerine odaklanarak bunun önemine vurgu yapar.


Benedetto Croce


Tarihsel olarak düşünmek ne anlama gelir? Özgül bir tarihsel soruşturma yöntemi’nin kendine özgü nitelikleri nelerdir?” soruları, tarih yazma ve yapma faaliyeti ile tarihsel bilginin oluşturulup kurulmasında kullanılan mesleki mutabakatları açık etmeleri bakımından hayli kilit niteliktedir. Bu sorular üzerine düşünmemek, bu soruların beraberinde getirdiği sorun setlerini bir mesele olarak dahi görmemek ve bunları gerçekliklerinden şüphe duymanın abes olduğu, neredeyse dini kaide raddesinde kerteriz noktaları diye görmek, belli bir düşünme ve algılama türünün dümen suyunda ilerlendiği anlamına gelmektedir. Artık hikmetinden sual olunmaz kabul edilen tarih bilinci kavramının muhtevasına ilişkin o ön kabulün hilafına bir sorgulama faaliyetine girişmemek hem kendinden öncekilere hem de çağdaşlarına karşı ciddi bir üstünlük ve köklülük iddiasına sahip Batı medeniyetinin bu iddialarının mezkûr kavram vasıtasıyla meşrulaştırıldığını da görmeyi engeller. White’ın deyişiyle “Tarih bilincini Batıya özgü bir önyargı olarak görmek mümkün; bu bilinç yoluyla modern, sanayileşmiş toplumun sözümona üstünlüğü, geçmişe dönük olarak maddileştirilir.”


Dolayısıyla tarih, tarihsel, geçmiş gibi yüklü mefhumları kullanırken oradaki yükün kendisiyle de meşgul olmak gereğinden hareket eden White, “kim var imiş biz burada yoğ iken” sorusunun tarihsel bilgiyi hangi öncül ve düşünme biçimleri yoluyla anlamlı bir hikâyenin ürünü olarak ortaya çıkardığını anlamak çabasındadır. Tercih ettiğimiz düşünme konvansiyonlarının neyin pahasına tercih edildiğini ya da o pahanın farkında olup olmadığımızı dert edinen biri olarak White, buradaki ihmallerin en azından birer ihtimale dönüşmesi için cari düşünme biçimlerimizi sorunsallaştırmayı ve bu yolla ulaşılacak bir tarih yazma retoriğini salık verir. Bir diğer deyişle White, tarihyazımını yahut tarihsel deneyimin anlamlandırılmasını modern dönemin ona atfettiği bagajdan kurtarmak gerektiğinde ısrarcıdır; zira bu bagaj, uzmanlaşma, mesleki çerçeveleme ve yansızlık arzusuna uygun hareket etmek ve böylelikle saygın bir sosyal bilimsel disiplin olarak kendini muhkem kılmak amacıyla kasvetli bir bürokratik kurumsallığı beraberinde getirmiştir. Buradaki kurumsallık aşkı belli türden bir gerçeklik etkisi yaratmak maksadına da hizmet ettiği gibi, bu etkiyi ortaya çıkarmak da kimi söylemsel ve dilsel kiplerin yardımıyla mümkün olabilmektedir.


Hayden White


White’a göre tarihçiler ya da tarihle fazlasıyla meşgul felsefeciler, anlattıklarına makul bir açıklama halesi kazandıran metatarihsel altyapıyı mümkün kılan kuramsal nitelikli öncüllerini, daha yüzeysel boyutta hızlıca fark edilecek biçimsel kanıtlar yoluyla açıklama, sergileyerek açıklama ve ideolojiyi karıştırarak açıklama şeklindeki üç temel strateji üzerinden oluştururlar. Bu üç temel sacayak da, aynı zamanda, kendi içinde dört baskın yaklaşımla söz konusu gerçeklik etkisini tahkim etmeye çalışır; biçimsel kanıtlama, biçimcilik, organisizm, mekanizm ve bağlamsalcılık vasıtasıyla; sergileyici açıklama, roman, komedya, tragedya ve satir eliyle; ideolojiyi karıştırarak açıklama ise anarşizm, muhafazakarlık, köktencilik ve liberalizm yoluyla anlattığı hikâyeye gerçeklik payesi kazandırmaya çabalar. Buradaki üslup ve anlatılama biçimlerinin özgül birer sentezi olarak ortaya çıkan Tarihyazımı pratikleri, uğraştığı malzemeyi kendisi ve etkilemeyi düşündüğü kitle için anlamlı ve ikna edici bir tarihsel bilgi hüviyetinde sunabilmek için aynı zamanda bütün bu faaliyetlerin cereyan ettiği tarihsel dönem, saha ya da alanı da beraberinde inşa eder. Bir diğer deyişle hikâyenin cereyan ettiği sahne, arka plan yahut manzara olarak tarihsel dönemin kendisi de hikâyeyi anlamlı kılacak niteliklerle donanmış bir biçimde, adeta bir dekor gibi bizzat tarihçinin eliyle tasarlanır.


Bu tasarlama faaliyeti de, her ne kadar taammüden olmasa da kendini metafor, metonimi, kapsamlama ve ironiyi içeren belli birtakım dilsel, söylemsel kiplerin dolayımında gösterir ve bu kipler de White’a göre tarihsel bilginin kaçınılmaz poetik doğasını bütün açıklığıyla ortaya serer. Mezkûr tarihsel sahneyi kurmak için ferah feza kullanılan bu dilsel protokoller, beraberinde getirdiği belli bilinç türlerine ihtiyaç duydukları dayanak noktasını sürekli surette sağlar ve kendi kuyruğunu yakalamaya çalışırcasına döne döne bunlara başvurarak ilerlemeye çalışan bir tarihsel bilgi ve yorumlama silsilesi yaratır. Bir başka ifadeyle, White’a göre bu mecazi nitelikli dilsel ve söylemsel mutabakatlar, bilimsellik payesi kazanmak için sıklıkla tarafsızlık vurgusu yapan 19. Yüzyıl tarihçi ve tarih felsefecilerinin anlatılarının ardındaki metatarihsel dayanak noktasını teşkil eder.



Bu anlamda, Metatarih’i belirgin bir tarihsel açıklamanın ne olması gerektiğine dair eleştiri öncesi diye kabul edilebilecek bir paradigma olarak düşündüğü şeye atıfta bulunmak için kullanıma sokan White, bu kavramsallaştırmayla, kavramı tarihçilerin geçmişe nasıl yaklaşmaları gerektiğine ilişkin bilimsel olarak kanıtlanamayan ve yanlışlanamayan varsayımları ya da tarihçilerin geçmişin en iyi nasıl incelenebileceğine ilişkin sezgisel fikirlerini de içeren bir ön eleştirel form biçiminde de anlama çabasındadır. Bir başka deyişle White, Metatarih’i, tarihçilerin bilinçli ya da bilinçsiz olarak geçmişi incelerken sahip oldukları önyargılar, varsayımlar ve sezgiler alanına yerleştirir. Onu, tarihçilerin tarihsel bağlam temelli bir düşünme tarzını yeğlediklerinde dolaylı biçimde ele aldıkları ve biçimci bir açıklama veya kolektivist bir insan failliği yaklaşımındansa metodolojik bireyciliğin bir versiyonu olarak yapı, fail, belirlenim, amaç ve anlamın sorgulandığı bir alan gibi tarif eder. Tam da bu nedenle White için bir Metatarih çalışması, ironik bir şemayı tıpkı bir şablon gibi tarihsel malzemeye uygulayan bir kılavuz değildir, nedenler ve sonuçlar, insan doğası ve büyük harfle Tarihin akışına ilişkin örtük kimi öncüllerin, tarihçinin hayal gücünü, kavram setlerini, kavramsallaştırma tarzlarını içermesiyle geçmişin bir tür temsilini ifade eder ve tüm tarihsel hayal gücünü, kavramsallaştırmayı ve bu temsili etkileyen bir varsayımlar alanı olma niteliği taşır.


White’ın, tarihçilerin verilerini açıklamak için kullandıkları teorik kavramları tarihsel söylemin derin düzeyine değil, yüzeyine yerleştirdiğini gözlemlemek mümkündür ve yazar ayrıca bu kavramları ideolojik terimlerden çok şiirsel ifadelerle ele aldığı gibi ona göre bütün bunlar, tarihçilerin farklı türden açıklayıcı bir duygu yaratmak için kullandıkları retorik stratejilerdir. Buradan hareketle White olay örgüsü, biçimsel argüman ve ideolojik ima olarak adlandırdığı bu üç tür stratejiyi birbirinden ayırır ve bunların her birinin sırayla dört olası eklemlenme biçimine sahip olduğunu savunur. Olay örgüsü için Northrop Frye’dan aldığı, romantizm, komedi, trajedi ve hiciv arketiplerini; biçimsel argüman için Stephen C. Pepper’dan devşirdiği, biçimcilik, organizmacılık, mekanizm ve bağlamsalcılık kiplerini ve ideolojik çıkarım için de Karl Mannheim’dan esinlendiği, anarşizm, muhafazakârlık, radikalizm ve liberalizm kavram setlerini kullanır. 19. Yüzyıl'ın büyük tarihçilerinde gerçekçiliğin gelişimi üzerine olan bölümlerde göstermeye çalıştığı gibi White’a göre, bireysel bir tarihçinin tarihyazımsal üslubu da bu kiplerin özel bir bileşiminden oluşur; misal, Michelet’nin yazısı romantizm, Ranke’ninki komedi, Tocqueville'inki trajedi ve Burckhardt’ınki de hiciv tarzına göre biçimlenir.



Bütün bunlara rağmen 19. Yüzyıl, yalnızca bir tür yılların geçip gitmesinden daha fazlasını ve insan çabasının diğer alanlarında olduğu kadar tarihyazımında da büyük bir geleneği ifade ettiği için, White, belirli farklılıklar karmaşasının ortasında bu birleşik geleneği korumak adına, söz konusu farklılıkların tesadüfi hale getirilebileceği, tarihsel alanı önceden şekillendiren ve böylece tüm tarihsel yazımı bilgilendiren şiirsel edim düzeyine denk düşen daha derin bir tarihsel söylemi savunur. White, dört ön-biçimlendirme kipini ayırt etmek için dörtlemelerine devam eder ve bu kez, Vico, Jakobson, Levi-Strauss, Lacan ve Benveniste’den istifade ederek metafor, metonimi, kapsamlama ve ironiden müteşekkil kimi kiplikler tanımlar. Bunların her biri, tarihsel alanın önceden şekillendirildiği ve bu alanı açıklamak için hangi belirli tarihsel yorumlama stratejilerinin kullanılabileceği temelinde ayırt edici bir dilsel protokol üreten birer bilinç kipidir ve White, 19. Yüzyıl tarihsel düşüncesinin tanınmış ustalarının anlaşılabileceğini ve ortak bir araştırma geleneğinin katılımcıları olarak birbirleriyle ilişkilerinin, onların çalışmalarının altında yatan ve çalışmalarını bilgilendiren farklı mecazî kiplerin açıklanmasıyla kurulabileceğini ileri sürer. Böylelikle tarihsel muhayyilenin derin yapısı, yalnızca 19. Yüzyıl tarihçileri ve tarih felsefecilerinin eserlerini temellendirmekle kalmaz, onlar hakkında tarihsel nitelikte eserler yazılmasını da mümkün kılar.


19. Yüzyıl tarihyazımı tarihinin kuramsal temelini oluşturan bütün bu kavramsal müdahaleler ekseninde White’a göre, tarihe ironik yaklaşım, tarihsel bilincin baskın biçimi olarak Aydınlanmanın sonunda zaferini ilan eder ve Herder ve ondan sonra gelen romantiklerin, filozofların şüpheci tavrına saldırmaları ve metaforik kipin önceliğini savunmaları da tarihsel düşüncede derin bir krizi beraberinde getirir. Bu diyalektik krizi ironinin ötesinde bir yol olarak Geist’ın büyük tarihsel figürlerde cisimleşmesini ifade eder biçimde bir tür kapsamlama hamlesi önererek aşmaya ve bu yolla tarihsel düşünceyi ileriye taşımaya çalışan Hegel'in çabasını takdir eden White, Michelet, Ranke, Tocqueville ve Burckhardt’ın, onun ötesine geçemediğini, onların çalışmalarının öncelikle yukarıda belirtilen çeşitli açıklayıcı stratejileri geliştirmeye yönelik bir girişim olmaktan öteye gidemediğini savunur. Tarih felsefesi, yüzyılın ikinci yarısında tarihsel sürecin, tarihsel bilincin metonimik kipinden yola çıkan bir temeli yansıtan bir tür üstyapıya indirgenmesiyle yeniden doğar ve 19. Yüzyıl tarihi düşüncesi, başladığı gibi bir krizle sona erer. Yüzyılın büyük tarihçileri, oldukça kapsamlı bilimsel tarihler üretmeyi başarmış olsalar da aynı olayların eşit derecede makul başka biçimlerinin çoğu zaman birbirini dışladığı algısı cari hale gelir ve böylece tarihin nesnel bir bilim olma iddiası ciddi bir şekilde baltalanırken ironik bilinç bir kez daha hükümranlığını ilan eder. Buradaki ciddi güven kaybı, Nietzsche’nin mecazi kipte tarihin şiirsel bir savunmasını ateşli bir biçimde yapmasına yol açtığı gibi, bu da Croce’nin tarihsel düşünceyi estetiğin alanına yerleştirme girişimine imkân tanır; fakat Croce, tarihi henüz içinden çıkamadığı bir krize batmış halde bırakarak yalnızca ironinin gücünü vurgulamakla yetinir.



White’ın bu güzide eseri, son kertede tarihi yeniden ilerletmeye, ironik tavrı tarihsel süreci görmek için gerekli perspektif statüsünden mahrum bırakarak tarihsel düşünceyi özgürleştirmeye yönelik iddialı bir girişimi ifade eder. White, okuyucularını ironinin birkaç meşru perspektiften yalnızca biri olduğunu kabul etmeye çağırır ve kitabı da umut dolu şu son cümlelerle bitirir: “Tarihçiler ve tarih felsefecileri, tarihi kendi ahlaki ve estetik amaçlarına en uygun düşen bilinç kipiyle kavramsallaştırma, tarihin içeriğini buna göre algılama ve süreçlerine ilişkin buna uygun anlatısal açıklamalar inşa etme özgürlüğüne kavuşacaktır. Ve tarihsel bilinç on dokuzuncu yüzyıldaki altın çağının klasik uygulayıcıları ve teorisyenlerine esin veren büyük poetik, bilimsel ve felsefi uğraşlarla olan bağlantılarını yeniden kurmaya açık hale gelecektir.” (s. 456)


Hülasa, tarih yazma ve yapma faaliyetinin, ona içkin bir ‘gerçek’ten ziyade, ‘estetik yaratı’ tarafını ön plana koyan ve bu faaliyeti önünde sonunda şüphe götürmez bir şekilde poetik-estetik bir etkinlik olarak değerlendiren White’ın bu yaklaşımı, disiplinin sınırlarını kale kapısı gibi korumaya meyyal lonca bekçiliğini akademik etkinlik sayan Türkiyeli sosyal bilim erbaplarınca pek de muteber addedilmez. Bu eserin varlığı, bırakın önemli bir tartışma gündemi yaratmayı, başka türlü bir tarihin mümkün ve gerekli olduğuna dair küçük bir ışıma yaratsa bile görevini yerine getirmiş sayılır. Öte yandan kitabın özenli ve dikkatli çevirisi de, yirmi yıl kadar önce bir hayli genç yaşta yaşamını yitiren ve bilhassa felsefe ya da sosyal bilimler konulu hayli nitelikli teorik çalışmayı muazzam bir emek ve müşkülpesentlikle Türkçeye kazandıran Mehmet Küçük tarafından yapılmıştır. Michael S. Roth’un önceki baskıda yer almayan fakat hem kitaba hem de White’ın düşüncesinin bütününe fazlasıyla derinlikli bir giriş imkânı veren sunuş yazısı da yeni baskıya yapılan kayda değer bir editör müdahalesi olarak takdiri hak etmektedir.



* Hayden White, Metatarih: On Dokuzuncu Yüzyıl Avrupası’nda Tarihsel İmgelem, çev. Mehmet Küçük, İstanbul: Ketebe Yayınları, 2022.


 


Üst
bottom of page