top of page

(Seferî) Mizahın Politikası Üzerine: Die Partei, Filistin ve Critchley


Critchley’ye göre doğru mizahın iyileştirici olması beklenir, hiciv başka bir dünyanın var olabileceğine dair dönüştürücü etkinin keşfedilmesine katkı sağlamalıdır. Komedyen herkesin yabancılaştığı şeydeki kanıksanan kısmı ve olağandışı kılınanın olağanlaştırılmasını risk alarak esprileştirdiğinde bizi toplumsal yapıdaki çarpıklıkla yüzleştirir, kendimize itiraf edemediğimiz gerçekleri gülünç bulmaya ve dönüşmeye başlarız...


11/23 | Makale

 


Mısırlı komedyen Bassem Youssef’un, Morgan Piers’ın programına katılıp 8 Ekim itibarıyla İsrail’in Filistin’e karşı başlattığı saldırıları mizahi bir üslupla eleştirmesi dünya kamuoyunun dikkatini çekti. [1] Habercilikte dünyanın en prestijli kabul ettiği televizyon kanalları ve gazetelerinin, Filistin’de geçmişi yüz yıl öncesine kadar götürülebilecek olan kolonyal hareketi bir kenara ittiğini ve Hamas’ın 7 Ekim’de baskın kıyımını hedef alarak İsrail’in saldırısına meşruiyet kazandırma çabasını izledik. Komedyen Youssef, İsrail’in saldırısını ve medyanın buna ilişkin tutumunu kara mizah ötesi denebilecek esprileriyle onların yüzüne vururken hem Filistinliler ve Filistin destekçilerinin sesi oldu, hem de İsrail’i destekleyen küresel medya blokuna karşı infial yarattı.


Saldırıların sürdüğü döneme denk gelen Frankfurt Kitap Fuarı’nda ise bir dizi skandal yaşandı. Filistinli yazar Adania Shibli’nin, İsrailli askerlerin katlettikleri Filistinli bir kızın başından geçenleri konu alan romanı Küçük Bir Ayrıntı için düzenlenecek olan ödül töreni iptal edildi. İsrail-Filistin meselesinde Alman devleti gibi fuar yönetimi de İsrail’den yana tavır aldığı için, bazı yayınevleri bu tutumu protesto etmek adına fuara katılmayacağını zaten bildirmişti. Bir diğer skandal ise onur konuğu olarak fuara davet edilen Slavoj Žižek’in, konuşması sırasında “Filistinlileri de dinlemeliyiz!” demesiyle patlak verdi (salonda Žižek’in konuşmasına müdahale edip tepkilerini dile getirenler ve salonu terk eden davetliler olmuş). Bu olayı işittikten sonra aklıma seneler önce Žižek ve Simon Critchley arasında geçen felsefi atışma geldi. [2] Tartışma başlıklarından bir tanesi de Critchley’nin daha anarşizan olarak değerlendirilebilecek, devletle mesafeli bir biçimde sürdürülen direniş biçimlerine karşı Žižek’in yönelttiği Marksist-Leninist eleştiriydi. Özetle, Critchley’nin direniş nosyonunun potansiyel bir “başarısızlık” ile sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğunu iddia etmişti, Žižek. Filistin direnişi de bu açıdan bir bakıma “başarısızlıklar” tarihidir, hem de tüm dünyanın sınıfta kaldığı türden! Critchley ile atışmasındaki eleştirisi gözetilirse, yaşananlara Žižek bile tepkisiz kalamadı ve anlaşılan bir entelektüel olarak bu sorun üzerine Frankfurt Kitap Fuarı’nda konuşma ihtiyacı hissetti. Bu noktada, Bassem Youssef’un esprilerini ve yarattığı etkiyi de aklımda tutarak, Critchley’nin siyasi alanda direniş ve hayal kırıklığı üzerine söylediklerinin bugün güncel bir kıymeti olup olmadığını düşünürken, mizahın yerel bağlamını gözeterek Almanya’daki Die Partei örneğine bakmak istiyorum.


Slavoj Žižek ve Simon Critchley


Siyasi partileri eleştiren bir mizahi parti: Die Partei


8 Ekim tarihinde, saldırıyla aynı gün, Almanya’da da Hessen ve Bavyera eyalet meclisi seçimleri gerçekleşti. Seçim sonuçları itibarıyla mevcut koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar ve Yeşiller gerilerken Hıristiyan Demokratlar (CDU) oylarını arttırdı. Buna ek olarak ırkçı ve göçmen karşıtı politikasıyla öne çıkan AFD de yükselişte. Azımsanmayacak belli bir toplumsal kesimde ise mevcut hükümete karşı hoşnutsuzluk ve erken seçim talebi dillendiriliyor. Bunda en çok konuşulan etkenlerden bir tanesi Ortadoğu’ya ilişkin olarak izlenen göç politikası. Öyle ki büyük şehirlerde artan Arap nüfusundan şikâyetçi olan bir Türk’e bile rastladım, Arap çocukların diğer göçmen aile çocuklarına “kötü örnek” olmasından yakınıyordu... Eyalet seçimlerinin, reel politikanın ve gündelik hayattaki ırkçı hezeyanların içinde dikkatimi çeken bir ayrıntı ise “Die Partei” oldu.


Yolda yürüdüğüm esnada siyasi parti adaylarının afişleriyle bezenmiş bir otobüs durağını incelerken, bir tanesindeki tuhaflığı fark ettim. Elinde bir çanta dolusu para tutan bir adamın yer aldığı posterde, şöyle yazıyordu: “mein Hobby: Lobby!”


Marburg’da bir otobüs durağı


İsmi “Parti” olan bir siyasi parti ve “rüşvet ve yolsuzluğu” politik vaat olarak meşrulaştıran bir söylem kullanılması, şaka gibiydi! Bir an, Türkiye’den her seçim döneminde aşina olduğumuz, “para lazım, kaynak nerede, kredi bulacağız” gibi söylemlerle seçmenin ikna edilme çabasını düşününce, posterin gerçek olma ihtimalini yadsımadım. Ama basit bir internet taramasıyla anladım ki, Die Partei, 2004 yılında Almanya'da kurulmuş ve genellikle mevcut siyasi partilerin politikalarını hicvederek politika yapan bir mizah partisi; hatta kurucuları da Alman mizah dergisi Titanic’in editörleriymiş! 8 Ekim, seçim günü ev sahibimle karşılaşınca ona ayaküstü bu partiyi soruyorum, bunu sormama ve mizah yaptıklarını bilmeme şaşırıyor; daha sonra elindeki Titanic sayılarını karıştırmam için getiriyor...


Die Partei’ın provokatif açıklamalarla kamuoyunu ilgilendiren politik meselelere dikkat çekme amacı, partinin seçim kampanyalarında kullandığı alaycı vaatlerde görülebilir. Dışarıdan bakıldığında bu partinin bir siyasi parti olarak iktidarı ele geçirme amacı olmadığı, eğlence için siyasete girdikleri düşünülebilir ki Chat GPT ile Die Partei üzerine konuşurken o da sıklıkla bu vurguyu yaptı.


Mizah dergisi Titanic


Bu kampanyalarda yer verilen diğer partilerin politika yapma biçimlerini alaya alan hicivli poster ve sloganlar Die Partei’ın politik stratejisinden ziyade mizahi amacının örneği olarak okunabilir ki yaptıkları politika da oradan itibaren başlatılabilir. Siyasi partilerin siyaset etme biçimlerinin hicvedilmesi kendi başına bir politik yordam değil midir? Espriler, verili kabul edilen toplumsal normların tekrar işaret edilip onların gülünç hale getirilmesinden ortaya çıkar; bu da ancak ve ancak mizahın uyumsuzlukla çalışan bir algıyla üretilmesinden ileri gelir. Mizah törelerin keyfiliği ve sorgulanmadan kabul edilişinin ardındaki dogma ile uğraşır ve içinde bulunduğumuz durumla aramıza mesafe koyabilmemizi sağlayan bir algılama imkânından bahseder. Siyasi partilerin varlığını siyasete katılmak için içselleştirmemiz gibi. Bu yönüyle düşünüldüğünde, komedyen de antropolog gibi, bizi kendimizden uzaklaştırıp kendimize bir yabancının gözüyle bakma açısı sunar. Siyasi partileri eleştiren bir mizahi parti de, Die Partei, içinde bulunduğu sistemde böyle bir işleve taliptir. Siyasi katılımın siyasi partilere endekslendiği bir demokrasi tahayyülü ardındaki indirgeme ilkesi de aynı biçimde karikatürize edilebilir. Siyaseti algılama ve toplumsal olguları açıklamanın aracı kılınan komplo teorileri de düşünsel yönüyle bir karikatürdür fakat genellikle politikacılar ve uzmanlar bunu gülmeden anlattıklarında, inandırıcı olur. Ancak siyasi sistemde Die Partei gibi konuşlanmış bir unsur komplo teorilerinin zaten birer karikatür olduğunu söyleyerek ve bunu düşünen siyasi kavrayışı hicvederek siyaset yapabilir.


2017 seçimlerindeki programda Die Partei, Birlik Partileri diye bilinen CDU ve CSU’nun her yıl Almanya’ya gelecek mülteciler için üst sınır belirlemesini eleştirmiş. [3] 2014 yılında oy verme yaşının 12 ile 52 arasında sınırlandırılmasını önermiş. [4] 2021 seçimlerinde yolsuzluk yapan siyasetçilerin Azerbaycan’a gönderilmesini vaat etmiş. [5] Yine aynı programda Yeşiller’in savunma ve güvenlik politikalarına ayırdıkları bütçe Yeşiller’in “çevre dostu” duruşuna gönderme yapılarak alaya alınmış. Gene 2021’de bira tavan fiyatı belirlenmesi için de “uçuk” bir öneride bulunmuşlar.


Titanic'den sayfalar


Aslında, kendi başına siyasi partilerin toplumsal meselelere yaklaşımını, çözüm önerilerini ve seçim vaatlerini ironik ve alaycı bir üslupla dile getirerek ürettiği mizah Die Partei’ın tutunduğu politik varoluş pozisyonu ve bana kalırsa siyaseten ciddiye alınmasının gerekçesi. Bu ciddiyetin bilincinde olanlar var ki, Parti, hem eyalet hem de federal seçimlerde adaylar çıkartıyor ve özellikle genç seçmenlerden oluşan bir toplumsal taban tarafından destekleniyor. 2014 yılında Titanic’in eski editörü Martin Sonneborn Die Partei’dan Avrupa Parlamentosu’na seçilmiş, 2017 yılındaki federal seçimlerde parlamentoya girmiş. 2019’daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri’nde Die Partie oylarını katlamış ve Sonneborn temsilcilik görevini bir sonraki seçime dek sürdürmeye hak kazanmış. [6] Bu başarıdan sonra CDU/CSU ittifakı ve SPD küçük partilerin Avrupa Parlamentosu’na girmesini engelleyecek bir düzenleme hazırlığı içine girmişler. [7] 2019’da Die Partei listesinden Avrupa Parlamentosu’na giren diğer temsilci ise kabare sanatçısı ve şair Nico Semsrott olmuş. Sonneborn, Avrupa Parlamentosu için adaylık sürecinde kafası karışık AFD, CDU ve CSU seçmenlerini, Die Partie’ya oy vermeye ikna etmek için bilinen Nazi şahsiyetlerinin soyisimlerini taşıyan adayları sahaya sürmekten çekinmemiş: Lisa Bombe ve Bennet Krieg, Kevin Göbbels, Tobias Speer, Elisabeth Bormann, Dietrich Eichmann, Andreas Keitel ve Fabian Heß. [8] Sonneborn’un seçim stratejisi ve “uçuk” mizah anlayışı sol-demokrat çevrelerde tartışmalar yaratmış. Sonneborn’un ırkçı klişeleri kullanarak sosyal medyada mizahi paylaşımlar yapması üzerine iki yıl önce parti içerisinden de itiraz yöneltenler olmuş, bunlardan biri de bu mizahi tarzın rayından çıktığını düşünen ve Die Partei’dan ayrılan Semsrott imiş. [9] 2021 yılındaki federal seçimlerde, aralarında karantina ve aşı karşıtı Die Basis’in de yer aldığı küçük siyasi partilerden biri olan Die Partei’ın oyları yarım milyonu bulmuş fakat milletvekili çıkartamamış. 8 Ekim Hessen’daki eyalet seçimlerinde de hatırı sayılır miktarda oylarını arttırmış, ancak, meclise yine temsilci gönderememiş.


Die Partei’ın siyaset sahnesindeki “başarısızlığı” mizah yaparak siyaset yapma tercihlerinden kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra belli olaylar karşısında mizahın nasıl yapıldığı ve ona yükselen itirazlar da meselenin en başından itibaren politik bir sorunsal olarak kavranması gerektiğini gösteriyor. Sonneborn’un seçim stratejisi politika ve mizah ilişkisi açısından üzerine düşünmeyi hak ediyor, kanımca. Burada olan şey ırkçı klişeleri kullanarak toplumsal normları sorgula(t)ma denemesi ve bazı toplumsal meselelere dikkat çekerek, mizahı, dönüşümün katalizörü olarak kullanmak mı? Yoksa ırkçı söylem ve tutumların daha rahat ifade edilmesini kolaylaştıran kamusal bir meşruiyet zemini oluşturmak mı? İkisi arasında bir yerde gezinirken şunu da hatırlamak gerekiyor, Almanya’da bir süredir oylarını yükselten bir sağ dalga var ve bunlar içinde göçmen karşıtı, ırkçı politikaları savunan AFD de seçimlerde yükselen bir grafiğe sahip. Eleştirilerin güzergâhı, işe birinci ile başlanıp fakat sonuçları açısından ikinciye varması hakkındaysa bu ırkçılığın gıdıklandığında yüksek perdeden kahkahalarla belirginleşmesi üzerine ayrıca düşünmek gerekir. Böyle bakıldığında, Sonneborn ya da Die Partei siyaseten başarısız, ancak mizahla politika yapma konusunda başarılı görünüyor. Belki bir parantez de şunun için açmak gerekir: Siyasetin yerel bağlamından hareketle üretilen hiciv, ironi, espri nerede “sınırı” aşar ya da amacından sapar?


Filistin’e saldırılar başladıktan sonra Marburg’da bir başka otobüs durağı; eski belediye başkanı şimdi eyalet temsilcisi karalanmış bir diş ve yakasına kondurulmuş Filistin bayrağıyla CDU temsilcisi Bamberger


Ölçüsüzlüğüyle de anılan Alman humourunun kötü şöhreti bir yana bırakılacak olursa mizahın geçerli olduğu bir ethos ve onunla ilişkili bir ethnos olduğunu hatırlamak gerekir. Mizah mekâna, kültüre ve tutuma bağlıdır, dille çizilen sınırları vardır. Dolayısıyla mizah yereldir, belli bir bağlamda yapılır ve esprinin ardında, o sosyal topluluğa ait üstü kapalı bir fikir birliği bulunur. Bu kabul edildiği takdirde, Simon Critchley’nin mizaha dair dikkat çektiği ve temkinli yaklaşarak ahlaki açıdan belli bir tutum takınmaya gönderme yaptığı doğru mizah kavramından söz edilebilir. Onun için doğru mizah, hiçbir zaman belli birini kurban seçip onu yaralamaz, her zaman kendisiyle dalga geçer.” [10] Ahlaki kırılganlığı ve sabitlenmeyi indirgemeci düşünme yatkınlığından kollayarak “kahkahanın nesnesi, kahkaha atan öznenin kendisidir” diye bir de sigorta koyuyor... Buna göre, “mizahın kritik görevi, o halde, bütünüyle dalga geçmek veya muziplik yaratmak değil, daha ziyade genel olan ama kişisel olmayan kötülükleri yermektir.” [11] Almanya’nın izlediği göç politikasının ırkçılığı tırmandırdığı bir dönemde Nazilik üzerinden mizah yapmak özellikle Almanları kendi yerelliğine, rahatsız edici biçimde geri göndermek demek oluyor. Bu yerelliğin ne kadar güçlü ve tutum almada belirleyici olduğunu görmek için Almanya’da Filistin’e destek için düzenlenen bazı yürüyüşlerde anti-semitist damgadan korkup İsrail bayrağı açılmasına bakılabilir. Ancak söz konusu espri ardındaki fikir birliğine dahil olmayan kalabalık bir kesimin olması gerçeği, kanımca mizahın ve mizahçının değil egemen olan siyaset etme biçiminin ve siyasetçilerin yol açtığı bir sorundur. Buna karşın Critchley’ye göre doğru mizahın iyileştirici olması beklenir, hiciv başka bir dünyanın var olabileceğine dair dönüştürücü etkinin keşfedilmesine katkı sağlamalıdır. Komedyen herkesin yabancılaştığı şeydeki kanıksanan kısmı ve olağandışı kılınanın olağanlaştırılmasını risk alarak esprileştirdiğinde bizi toplumsal yapıdaki çarpıklıkla yüzleştirir, kendimize itiraf edemediğimiz gerçekleri gülünç bulmaya ve dönüşmeye başlarız...


Fakat kahkahanın kaybolduğu anda, mizah, bize insana dair kapkaranlık bir tarafımız olduğunu da hatırlatıyor! Mısırlı komedyen Youssef’un katıldığı canlı yayında söyledikleri pek çok politik kınama, açıklama ve laftan çok daha güçlü bir toplumsal etki yarattı. Üstelik bunu yapmak için seçtiği sözler ve kurgu gayet “politik doğruculuk” ile linç edilmeye müsait bir içeriğe sahipken nasıl oldu da aksine politik bakımdan hem doğru bir eleştiri yaptı, hem de kendini yeniden açıklamak zorunda kalmadı? Bunun için turnusol kâğıdı sanırım şu: zalim bu sözlerden rahatsız olurken, mazlum bu sözleri destekledi. Bu espri ardında, Filistin gerçeği üstüne uzlaşmış geniş bir toplumsal taban bulunuyor. Kahkaha atamıyoruz ama seyrederken hepimiz acı biçimde gülümsüyoruz. Hakikatle kurulan içtenlik ve doğrudanlık, sözcünün aldığı riskle doğru orantılı. Critchley’nin bahsettiği doğru mizah oralarda bir yerde galiba... Siyasetin şiddetle tüm yaşama imkânlarının üstünden geçtiği bir yerde politik açıdan söylenebilecek her şey tükenmiş olsa da, mizahın, bu yok oluştaki çürüme içerisinde yaşamı yeniden yeşertecek motivasyonu verebileceği es geçilmemeli.


Marburg’da bir evin önü


 

[10] Critchley, Simon (2020) Mizah Üzerine, (çev: Seyran Sam), s. 30.

[11] A.g.e. s. 31.

Üst
bottom of page