top of page

Hiperempati, Direnç ve Topluluk: Parable of the Sower’ın Bugün Bize Öğrettikleri

Deniz Gündoğan İbrişim


Kitaplarını tekrar okurken Butler’a yeniden çekilmenin o dayanılmaz isteği altında yatan esas neden de gün yüzüne çıktı [...]. İçinde bulunduğumuz çoklu krizler çağında anlatının gücüne yeniden tutunmak için Afroamerikan/Afrofuturist edebiyatının bir dönüm noktasını temsil eden Butler’dan başkası çare olmayacaktı bana.


01/25 | Kitap

 

2024 yılında akademik araştırmalarım ve verdiğim iklim değişikliği ve spekülatif kurmaca lisans derslerim kapsamında çok sevdiğim siyahi bilim kurgu yazarı Octavia E. Butler’ın külliyatını [1] tekrar ziyaret ettim. 1993 tarihli Parable of the Sower ve 1998 tarihli Parable of the Talents kitaplarını yeniden büyük bir heyecan ve hevesle okudum. Kitaplarını tekrar okurken Butler’a yeniden çekilmenin o dayanılmaz isteği altında yatan esas neden de gün yüzüne çıktı diyebilirim. İçinde bulunduğumuz çoklu krizler çağında anlatının gücüne yeniden tutunmak için Afroamerikan/Afrofuturist edebiyatının bir dönüm noktasını temsil eden Butler’dan başkası çare olmayacaktı bana. Onun yalnızca kaleminin kuvvetini hissetmek değildi mesele. Aynı zamanda Butler’ın muhalif duruşunu, her tür hiyerarşiye ve sınıra baş kaldırmasını, ırk, tür ve cinsiyet eşitsizliğine karşı tepkisini bugün yeniden anlamak istedim. Butler’ın kurduğu yazın evreninde, sömürge sınırlarının ve zaman dilimlerinin ötesine yolculuk etmek, geçmişi kazıyıp bugünün tekinsiz ritimlerine bağlamak ise bize sunulan verili hikâyelere sıkı bir meydan okumayı işaret eder.


İklim değişikliği, günümüzün en önemli meselelerinden biri haline geldi. Yeryüzünü ve bütün canlılarını etkileyen daha büyük değişimlerle karşı karşıyayız. Butler’ın Parable of the Sower adlı romanı, Amerika Birleşik Devletleri’nde, hayal edilen bir yakın gelecekte geçer. Ancak, fırtınalar, yangınlar, seller ve kuraklık gibi iklim değişikliği kaynaklı felaketler, son yıllarda dünyaya nerdeyse çivilenmiş halde. Butler, romanında yeryüzü genelinde yaşanan iklim felaketlerini çok önceden sezmiş ve görmüştür. Şiddetli fırtınalar, musonlar ve yavaş yavaş ilerleyen kuraklıklar, milyonlarca insanın ve insan olmayan canlıların hayatına kastetti bile.


Bu düşüncelerden geçerek Parable of the Sower’ı geçtiğimiz sene yeniden okurken günümüzde bu denli yankı uyandırmasının farklı nedenlerini de düşündüm. En önemli nedenlerden biri romanın Amerika’daki sistematik ırkçılıkla ırkçı yüzleşmeye dair derin izler taşımasıdır. Kitap, kölelik tarihinin mirasına dair çarpıcı bir hesaplaşma sunar. Yirmi birinci yüzyılda “Black Lives Matter” (“Siyahi Yaşamlar Değerlidir”) protestoları ve Amerika’daki ırksal hesaplaşmaların gölgesinde, Butler’ın bu eseri geçmişin kölelik pratiklerinin günümüzdeki yansımalarına (ekonomik kölelik, cinsiyete dayalı kölelik gibi) ışık düşürür. Lauren’nin yaşamı, özgürlük ve güvenlik arayışıyla yaptığı yolculuk, yeraltı demir yoluyla kaçan kölelerin izinden giderken, Latin Amerikalı göçmenlerin Amerika’ya yasa dışı geçişini ve İncil’e yapılan göndermelerle kölelik anlatılarının yankısını hatırlatır. Ayrıca, Parable of the Sower’da okuryazarlık ve eğitim arayışının önemi de vurgulanır. Butler, Amerika’daki ırksal eşitsizliklere dair özgürlük ve insan hakları mücadelesinin önemini sürekli işlerken, özellikle ekonomik köleliğin ve çok uluslu şirketlerin sistematik sömürüsünün altını çizer. Romanı bugünden geriye sarıp okuduğumuzda kapitalizmin ve mevcut sistemin zaferini kutlayan söylemlerin kuvvetle sorgulandığını ve alternatif bir dünya arayışını görürüz.


Butler, Parable of the Sower’da doğuştan gelen hiperempati hastalığıyla mücadele eden bir kadının dünyasında hem insanın doğasına dair derin bir keşif sunar hem de iklim krizinin, toplumsal çöküşün ve insanlık için yaşamsal önem taşıyan değerleri yazar. Kitabın başlarında, Lauren’nin doğuştan hiperempati sendromu ile yaşadığını öğreniriz. Hiperempati, kişiyi başkalarının acılarını ve sevinçlerini hissetmeye zorlar; bu durumu yaşayanlar ise “paylaşanlar” olarak adlandırılır. Başlangıçta, Lauren bu durumu bir lanet olarak kabul eder. Ancak zaman geçtikçe ve insan elinden çıkan onca acıyla daha fazla karşılaştıkça, empatiye ve başkalarının duygularını paylaşmanın gücüne dair derin bir farkındalık geliştirir. Onun için, başkalarının hislerini anlamak, şefkatli ve yardımsever olmanın kapısını açar.


Earthseed: Değişime Uyum ve Direnç


Lauren’nin hikâyesi yalnızca bir empati serüveniyle sınırlı kalmaz elbette. Hiperempatiye sahip olmasının yanı sıra, Lauren aynı zamanda “Earthseed” adını verdiği bir dinin kurucusudur. “Earthseed”in temelinde “Tanrı değişimdir”’ilkesi yatar. Burada Tanrı, geleneksel anlamda bir varlık ya da kişi değil, değişimin ta kendisidir. “Earthseed”in Tanrı anlayışı, insanın evrendeki değişimleri kabul etmesi ve onlara uyum sağlayabilmesinin önemini vurgular. Lauren’nin günlüğüne yazdığı “Earthseed” ayetlerinde, değişimin korkulacak bir şey değil, aksine hem insanlık hem yeryüzü için yararlı ve kaçınılmaz bir süreç olduğu anlatılır. Değişim, dünya gibi hızla dönüşen bir gerçeklikte hayatta kalmak ve direncimizi göstermek için bize fırsatlar sunar. Ancak bu, insanları edilgen bir şekilde değişime boyun eğmeye çağırmak anlamına da gelmez. Aksine, insanlar da evrendeki değişimleri etkileyebilir ve bu değişimlerin seyrini şekillendirebilir. “Earthseed” bize sadece iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla mücadele gücü vermez; aynı zamanda, kişisel ve toplumsal düzeyde direncimizi ve uyum sağlama kapasitemizi artırmanın yollarını da aralar.


Kitabın sonunda Lauren ve eşi, Kuzey Kaliforniya’da Acorn adında bir topluluk kurar. Acorn, “Earthseed” dininin bir kuluçka merkezi olmayı amaçlasa da burada yaşayan herkesin bu dine inanması gerekmez. Acorn’a katılanlar, yalnızca başkalarına saygılı olmalı ve topluluğun iyiliği için çalışmalıdır. Bu, Lauren’nin şefkat inancını pekiştirir ve kaosun ortasında bir düzen kurma fırsatı sunar. Acorn, Lauren’nin dünyasında dengeyi yeniden kurma adına küçük ama çok önemli bir adımdır.  Bu yanıyla roman, canlılık ağındaki çeşitliliğin hızla yok oluşundan, bireysel düzeydeki sömürüye kadar pek çok açıdan ele alınması gereken bir krizle karşı karşıya kaldığımız günümüzde, hayatta kalmak için başkalarına saygılı ve barışçıl bir şekilde yaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu bize yeniden hatırlatır. Lauren ve diğer Acorn sakinleri, kaybettikleri ailelerin acısıyla başa çıkarlarken, birbirlerine destek olup ortak bir amaç uğrunda çalışarak bir arada iyileşmeye başlarlar. Romanda yalnızca insanlar değil, insan olmayanlar, farklı yaşam formları da seslerini, acılarını ve yaslarını duyururlar ve bir arada var olma, hayatta kalma isteğini haykırırlar. Bu manzarada hiyerarşik yapılar ve merkez-çevre ilişkileri çökerken, yeryüzüyle diyalojik bir arada olma tahayyüllerini okuruz. Acorn’daki dayanışma yalnızca bireysel değil aynı zamanda toplumsal, çevresel ve ekolojik iyileşmeyi de sağlayan bir güçtür.


Parable of the Sower’ı yeniden okumak iklim değişikliği ve toplumsal çöküşün etkileriyle yüzleşen bir dünyada hayatta kalma mücadelesine bir farkla geri gelmemizi sağlayabilir. Butler’ın bu eserine ek olarak yayımladığı Parable of the Talents da benzer şekilde bize direncin ve özgürlüğün önemini öğretir. Her iki roman da insanın kendi içsel gücünü teslim eder; toplumsal ve ekolojik dayanışmayı bir bütün olarak nasıl keşfetmesi gerektiğini anlatır. Tam da bu nedenle, insanın sorgulanamaz üstünlüğü ya da parçalayıp tüketmeye dayalı bir vurguyla karşılaşmayız. Aksine Parable of the Sower son derece yaralı bir dünyada ve harap olmuş ekolojilerde ortak yaşamın başka türlü biçimlerini inşa etmenin yollarını araştırır. Bu yanıyla Butler anlatıları çok zengindir, tekrar tekrar okunmayı ve çoğalmayı talep eder.


 

[1] Butler’ın 1976’da yayımlanan ilk romanı Patternmaster, sonradan büyüyerek dört kitaplık Patternist serisinin bir parçası haline geldi. Butler ayrıca 1979 tarihli Kindred (Yakın, İthaki Yayınları) ve iki kitaplık Parable serisine ait 1993 tarihli Parable of the Sower ve 1998 tarihli Parable of the Talents kitaplarını da yazdı.

Comments


Üst
bottom of page