top of page

Rus Edebiyatının Ucubeleri

Viv Groskop


Büyük Rus yazarları, muazzam fikirleri ve benzersiz romanlarıyla büyük dâhiler olarak gösterilirler. Oysaki onlar da tıpkı bizim gibi etten kemikten insanlardı.


04/23 | Çeviri

 


Büyük Rus yazarlarının özel yaşamları ve kişisel alışkanlıkları beni hep büyülemiştir. Bu yazarlar, muazzam fikirleri ve benzersiz romanlarıyla büyük dâhiler olarak gösterilirler. Oysaki onlar da tıpkı bizim gibi etten kemikten insanlardı. Tolstoy sindirim sorunlarını hafifletmek için haşlanmış armut yemek zorundaydı. Bulgakov kafayı yeterli sayıda çorabı olmasına takmıştı. Çehov ise kendisine bir kreozot soluma aleti yapmıştı. (Tamam, bu herkesin yapacağı bir şey değil. Ama hasta olduğumuzda hepimizin kendi kendine uyguladığı acayip tedaviler yok mudur?) Bu yazarların ne kadar tuhaf -ve ne kadar sıradan- insanlar olduklarını anladığımızda kendimizi onlara ve daha da önemlisi -ekseriyetle yalan yanlış bir biçimde erişilemezmiş gibi sunulan- eserlerine daha yakın hissetmemiz mümkün hale geliyor.


Aslına bakılırsa Tolstoy’un yaşamı modern, hatta milenyal diyebileceğimiz pek çok unsur barındırıyordu. Diyeti bir tür “temiz beslenme” modeline dayanıyordu. Hayvan yemeyi “ahlaksızlık” olarak gören katı bir vejetaryendi. 1880’lerin ortalarında, yani ellili yaşları hüküm sürerken vejetaryen olmaya karar vermiş ve nihayetinde -değiştire değiştire yediği- bir dizi yumurtalı yemek tarifi geliştirmişti. Yumurta bazlı protein çizgisini bozmak içinse ara sıra -en sevdiği yumurtasız besinler olan- fasulye ile Brüksel lahanasını koyuyordu tabağına. Hatta yılda bir kez bir dilim limonlu turta yeme izni bile vermişti kendisine.



Tolstoy bugün bizim farkındalık dediğimiz şeyin bir savunucusuydu; bir kişisel gelişim kitabı (Bilgelik Günlüğü) bile yazmıştı. Bu kitap, Oprah Winfrey’nin kutsal kitabı sayılan O, The Oprah Magazine’deki yazılarından seçmeleri andırıyordu (tabii bunu bir iltifat olarak söylüyorum)*. Ayrıca çoğu kişi tarafından yogayı Batı’ya getirmesiyle tanınan Hintli keşiş Vivekananda’nın hayranıydı. Bir metninde şöyle demişti: “Sabah altıdan beri Vivekananda’yı düşünüyorum. Bu çağda bir insanın bu özverili, ruhani meditasyon düzeyini yakalaması hiç kolay değil.” Tolstoy’un bizzat yoga yapıp yapmadığına dair elimizde bir belge yok; ama Vivekananda’nın yoga pratiğine ilişkin düşüncelerinden muhtemelen haberdardı. Bu yola girmesine mani olanın yalnızca yumurta olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor; zira hiç kimse ters köpek pozisyonu esnasında böylesi bir beslenme düzeninin sonuçlarını deneyimlemek istemez.


“FOMO” (Fear of Missing Out, gelişmeleri/sosyal etkileşimleri ıskalama korkusu) ifadesini ilk duyduğumda aklıma hemen Çehov geldi. Ünlü yazar, bütün yaşam felsefesini kendimizi başkalarıyla kıyaslama takıntımızı sorgulamaya, farklı bir yol izleseydik yaşamlarımızın ne kadar zengin olabileceğini ve başka bir zaman ve mekânda başka biri olsaydık şimdiki halimizden çok daha iyi olacağımıza dair hayaller kurmaya dayandırmıştı.



Çehov’un bu alışkanlığı Üç Kızkardeş’teki “Moskova! Moskova! Moskova!” ifadesinde çok güzel bir biçimde özetlenmiştir. Anımsarsanız, kitaptaki kahramanlar güç bela anımsadıkları bir şehirde sürekli aç biilaç dolanır ve ıskaladıkları iyi yaşamın aslında tam da etraflarında dönüp durduğunun farkına bile varmazlar. Ne yazık ki hayatının son altı yılının büyük kısmını tüberküloz kaynaklı kanamalarla boğuşarak geçiren Çehov’un FOMO’yu iliklerine kadar hissetmek için istemediği kadar çok zamanı vardı. Sağlığına en iyi gelen şey, (“sıcak Sibirya” dediği) Yalta’da yaşamaktı ve bu durumda çoğu zaman sevgili eşi Olga’dan ayrı kalma talihsizliğine katlanmak zorundaydı. Tahmin edin, Olga nerede yaşıyordu? Tabii ki Moskova’da! Zor zamanlar.


Rusya’nın yirminci yüzyıldaki en büyük şairlerinden biri olan Anna Ahmatova, Stalin döneminde hayatta kalabilmek ve yazmaya devam edebilmek için akıl almaz kişisel zorluklara göğüs germişti. Bu çabası, hayatlarını hapishaneler ile kampların önünde sevdiklerinden haber bekleyerek geçiren kadınlara adadığı bir dizi şiirden oluşan “Ağıt” ile doruğa ulaşmıştı. Ahmatova’nın (yazar olarak çalışmasına resmi olarak müsaade edilmediğinden) çok parası yoktu ve sürekli gözetim altındaydı. Buna rağmen 1930’ların sonlarında şiir okuma gecelerinde devrim öncesinin işlemelerini taşıyan -ve Sunset Bulvarı’ndaki Norma Desmond’ı andıran- siyah ipek elbiselerle arz-ı endam ediyordu. (Eleştirmen Vitaly Vilenkin bu halini şöyle kayıt altına almıştı: “İpek yer yer yıpranmıştı.”)



En iyimser insanları bile depresyona sokacak bir hayat yaşayan Ahmatova, mükemmel bir mizah anlayışına ve insanlarla kolaylıkla yakın ilişkiler geliştirme becerisine sahipti. Arkadaşı Nadejda Mandelştam’la birlikte Taşkent’te bir tür yarı sürgünde yaşarken, ikili dışarıdayken NKVD’nin ** evlerini “ziyaret ettiğini” fark etmişlerdi. Başka bir odadan taşınmış bir aynanın yanı başında duran masanın üstünde bir ruj vardı. Nadejda günlüğüne bu rujun onlara ait olmadığını çok iyi bildiklerini; çünkü rujun “iğrenç derecede parlak bir ton”da olduğunu yazmıştı. Bu kadar büyük bir sıkıntı ve tehlike anında, bir NKVD ajanının ruj zevki konusunda acımasız olabilen herkesi dostum sayarım.


Babalar ve Oğullar ile Köyde Bir Ay’ın yazarı, Rus edebiyatı tarihinin en renkli ve hedonist figürüydü. Turgenyev’in uzun süreli -opera şarkıcısı olan- bir metresi vardı ve bu kadının peşinde Avrupa’nın dört bir yanını dolandı. Huysuz, sağı solu belirsiz ve bayağı birisiydi. Vakti zamanında onu kızdırdığı için metresine mürekkep hokkası fırlatmış ve aktris Sarah Bernhardt’ın kendisine bir kurbağayı anımsattığını söylemişti. Bir keresinde de bir çay partisine katılmayı unutunca, özür mektubuna başparmakları çok küçük olduğu için gelemediğini yazmıştı.



Tolstoy ile arasında bir aşk-nefret ilişkisi vardı. Aralarının iyi olduğu dönemlerde Tolstoy’un çocukları ona “eğlenceli amca” diye sesleniyordu. Çorba içerken dans edip tavuk taklidi yaparak onları eğlendirirdi. (Bunu söylüyorum ama aynı zamanda kitabımın Rusça çevirmeniyle Turgenyev’in çorba içerken tavuk taklidi yapmaktan mı, yoksa çorba içen tavuk taklidi yapmaktan mı hoşlandığı konusunda şiddetli bir tartışmanın eşiğindeyim. Her iki durumda da Turgenyev’in eğlenceli biri olduğuna şüphe yok.) Çehov, hastalığı esnasında kreozot karışımı meselesinde bir adım ileri gitti ve günde “dokuz on bardak” süt içerek omurilik kanserinden kurtulmaya çalıştı. İşte dostlarım, iyimserlik budur. (Tabii ki işe yaramadı.)


En büyük Rus yazarlardan biri olan ve Gulag Takımadaları’nı kaleme alan Soljenitsin, belki de alışkanlıklarına en derinden bağlı olanıydı. Onu cehennemden gelen bir yaşam koçu olarak düşünmeyi seviyorum. New York Times onu bir zamanlar “neredeyse Kutsal Kitap’tan fırlamış bir ciddiyet” figürü olarak tanımlamıştı; üstelik o gün Soljenitsin’in yatağın doğru tarafından kalktığı bir gündü. Ne zaman onu düşünsem aklıma Sheryl Crow’un “All I Wanna Do” şarkısı ve şarkıdaki “acaba hayatı boyunca tek bir eğlenceli gün geçirmiş mi?” sözü geliyor. Anladığım kadarıyla günde on sekiz saat yazı yazmak ve araştırma yapmak, Soljenitsin için sıradan bir hadiseydi. Efsaneye göre çalan bir telefona bir kez bile cevap vermemişti. Bu gibi işler -eşiniz gibi- başkalarının göreviydi. (Ah, ilişki hedefleri!) Eşi bir seferinde şöyle demişti: “Beş yıldır evden çıkmadı. Omurlarından biri eksik… Ama her gün oturup çalışıyor.” Bir düşünün. Bir omuru eksik. Ama her gün oturuyor ve çalışıyor.



Kendi yakasından düşmesine dair bir hikâye de var tabii. Yazar Lydia Chukovskaya, 1970’lerin başında Soljenitsin ile arkadaşlığı üzerine yapılan bir söyleşide, nasıl benzer yazı saatleri tutturduklarından (zavallı kadıncağız!) ve bu büyük yazarın kendisini rahatsız etmemek için epey kaygılandığından söz etmişti. Soljenitsin buzdolabına “eğer müsaitsen dokuzda birlikte radyo dinleyelim” gibi notlar bırakıyormuş. Gördünüz mü? Soljenitsin nasıl da iyi biliyordu partilemeyi!




Çeviren: Utku Özmakas



Kaynak: Viv Groskop, ''The Weirdos of Russian Literature'', Literary Hub, November 2 - 2018, [İlgili bağlantı]



 

* Oprah Winfrey’nin bu dergideki yazılarından seçmeleri The Wisdom Journal adıyla yayınlanmıştı. Tolstoy’un kitabının İngilizcesi ise A Calendar of Wisdom. Yazar bu benzerliğe gönderme yapıyor. -ç.n.

** İçişleri Halk Komiserliği -ç.n.

Üst
bottom of page