Toros Güneş Esgün
Nasıl geçmişteki okuma ile şimdideki okuma arasındaki karşılaşma, anlamı geleceğe açarsa, çeviride beliren kaymalar da orijinali tekrar okutur, üçüncü, dördüncü okumalara, çoğul titreşimlere dair arzuyu tetikler.
01/25 | Kitap

Meslek olarak akademisyenlik bir kitap ile birden fazla kez hemhal olmayı derslerde okutmak veya bir yazı bağlamında ele almak amaçları dışında lüks haline getiriyor. Bulunan, nadir “boş” zamanlarda entelektüel faaliyetin keyfi uğruna daha önce okunmamış bir kitaba yönelmek çok daha cazip geliyor. Fakat yine de “mesleki tekrar okuma”nın sürprizleri var; özellikle derslerde okutulan kitapların tekrar okunması sırasında; hele ders, adı üstünde bir metin okuma dersiyse… Lisans derslerinden 20. Yüzyıl Felsefe Metinleri dersinde okuttuğum kitaplardan biri olan, Hannah Arendt’in Geçmiş ve Gelecek Arasında kitabını geçtiğimiz dönem kitaptaki her bölüme birer hafta ayırarak hem önce yalnız başıma hem de sonra sınıfta öğrencilerle beraber, tekrar -ve tekrar- okudum. Bu “tekrar tekrar okuma” deneyimi, giderek Arendt’in “arada olma hali” olarak bahsettiği geçmiş ve gelecek arasındaki salınıma benzedi. Özellikle de bir yüzyılın çeyreğine veda etmenin arifesindeyken ve bugünün “politik düşünce”si üzerine kafa yorarken bir geçmişe, bir bugüne, bir geleceğe salındık... Politik düşüncenin gençlik kazandığı 60’lı yıllarda, 1961’de ilk yayınlandığında altı, 1968’de genişletilmiş basımla yayınlandığında ise sekiz deneme içeren kitap, ilginç bir şekilde Türkçede de 1996’dan itibaren olan ilk basımlarda altı makaleyle yayınlamış ve sonrasında kalan iki makale de çevrilerek yeni basımlara eklenmiş. Fakat altı deneme içeren Türkçe basımda, orijinalindeki altı denemenin aynısı yer almıyor; denemelerden biri çıkarılmış ve onun yerine sekiz basımlı versiyonda yer alan başka bir deneme konmuş. Biz sınıfta, orijinaliyle arasındaki bu farklılıktan başlangıçta haberdar olmadığımız, altı makale içeren basımı okuduk. Evdeki tekrar okumadan farklı olarak sınıfta tekrar okurken, sekiz makale içeren basımı okuyanlar ile altı makale içeren basımı okuyanlar arasında bir yorumlama farkı belirmesi bu farklı basımlar yüzünden elbette beklendikti, fakat esas ilginç olan, bazı kavramların metin içindeki tuhaflıklarını da ancak “birlikte tekrar okuma”da hissettirmesiydi. Özelikle de kitabın “gelenek ve modern çağ” başlıklı ilk denemesinde karşılaşılan “distorşın” (distortion) kavramının okunduğu gibi yazılmasında çınlayan o tuhaflık... Çevirinin dipnotunda bir müzik terimi olarak enstürmanın çıkardığı “sesin tınısının bozulması” anlamıyla açıklanan “distorşın” (distortion) kavramını Arendt, metin içinde “yeni bir şeyi denerken, aynı anda da onu aşıp eski bir şey haline getirmeye” çalışanların uğraşı olarak, tarihte kavramlara yüklenen anlamların dönüştürülmesi anlamında kullanıyor. Çevirideki ilk okumada bir metaformuş gibi görünen, Türkçe okunduğu gibi yazılan “distorşın” kavramının hissettirdiği tuhaflık sonucunda metnin orijinaline gidilerek ilgili bölüm tekrar okunduğunda müzikal anlamın orijinalinde olmadığı fakat bu örtüşmemenin kendisinin de yepyeni bir anlam yarattığı fark ediliyor. Bizzat yorumlamanın ve bir tekrar okuma edimi olarak çevirinin, bir bozma veya çarpıtma olarak anlamı nasıl yeniden kurduğunu “distorşın” kavramının peşindeki bu tekrar okuma deneyiminin kendisi kanıtlıyor. Arendt’in kitapta ele aldığı filozofları “tekrar okuma” biçiminin yaptığı bu türden bir “distorşın” gerçekten de: Aristoteles’i, Cicero’yu, Kant’ı, Hegel’i ve daha onlarcasının düşüncelerini çarpıtılmış ve geleceğe doğru uzatılmış haliyle dinliyoruz Arendt’in elektro gitarından. Fakat şaşırtıcı olan o ki Arendt’in kendisi, distortion kavramına dair müzikal açıklamayı, yani Türkçesindeki “distorşın”ı imleyen herhangi bir şerhi metnin orijinalinin hiçbir yerine düşmemiş olsa da, ilk okumada karşılaştığımız bu müzikal anlamı çoğaltmaya biz devam edebiliyoruz. Kimyadan tıbba, mimariden ve resme kadar birçok alanda karşımıza çıkabilecek “distorşın” kavramı müzikte basitçe bir bozma veya çarpıtmayı değil, aynı zamanda bir uyumsuzluğu, titremeyi, armoni dışı bir gürültüyü de içeriyor. Bir kitabı ilk okuduğumuzda kafamızda kurduğumuz armoni de aslında ikinci, üçüncü okumalarda titreşim kazanırken sadece tekrar etmiş olmuyor, tam aksine her tekrar okumanın bir “distorşın”ı açığa çıkarması demek, başlangıçtaki yalın sese katılan farklı seslerin oluşturduğu bir kakofonin başlaması demek. Gerçekten de her tekrar okuma aynı zamanda birlikte ve bir arada okumadır ve titreşimleri uzatıp tınıyı bozarken sesi de çoğaltır. Yalnız bile olsak bir kitabı ilk okuduğumuz kendiliğimizle şimdiki zamanda okuduğumuz kendiliğimizin bir aradalığı, kitabı bir kez daha okuyabilme ihtimalimizi açık bırakan bir gelecekteki kendiliğimize seslenir. Çeviri bir kitabı orijinaliyle beraber okuduğumuz anda da bu tür bir “bir aradalık” başlar. Nasıl geçmişteki okuma ile şimdideki okuma arasındaki karşılaşma, anlamı geleceğe açarsa, çeviride beliren kaymalar da orijinali tekrar okutur, üçüncü, dördüncü okumalara, çoğul titreşimlere dair arzuyu tetikler. “Bir kez daha okuduğumda bu sefer hangi yeni sesleri duyacağım?” diye düşündürür. Eski bir dostu bir kez daha tanımaya çalışmak, imalı sözlerin arkasındaki niyeti çözmek gibi... Tüm bunların üzerine bir de bir kitabı başkalarıyla beraber tekrar okuduğumuzda, yani cümleler seslendirildiğinde veya orijinaliyle beraber çevirisini okuduğumuzda, birlikte okuyan herkesin ve metinlerin geçmiş ve gelecek arasında olma halleri de kakofoniye dahil olarak anlamı çoğaltır, ki “sesli okuma” deriz böyle bir başkalarıyla eş anlı okumaya. Orijinalini artık bilsek bile metnin Türkçesindeki müzikal göndermeye bağlı kalarak sormaya devam edelim, bir metinde koronun seslendirdiği bir armoniyi duymak zorunda mıyız, yoksa duyulan bir gürültü müdür? Arendt sanki çok sesli bir armoniyi tercih ediyor gibi fakat aslında her “tekrar okuma” ve her “bir arada tekrar okuma”, bir şarkıyı tekrar dinlemekten farklı olarak kulağı alıştırmıyor, tam tersine zihni eski-yeniyle yoruyor, uysallığı bozuyor, “distorşın”a maruz bırakıyor! Her ne kadar arkaik bir çoksesli koronun armonisini geri çağırdığını açık etse de Arendt’in metninin paradoksal olarak başardığı ve çeviride çoğalan anlamın belki de niyet etmeden gösterdiği gibi: Yeter ki düşüncenin kendisi sonsuz “distorşın”lara açık olsun; yani tekrar tekrar ve “bir arada” okunabilsin.
[*] Geçmişle Gelecek Arasında, Hannah Arendt, çev. Bahadır Sina Şenel, İletişim Yayınları, 3. Baskı, 2010.
Kommentare