En büyük meşguliyeti insan programlama tasarısını hayata geçirmek olan çağdaş dünyayı anlamakta önemli ipuçları veren romanın sonunda aklın yerine içgüdünün ve duyguların koyulduğunu gören felsefeci Castle’ın biriken öfkesi patlar ve Frazier’ı “insanlık tarihinin en şeytani düzenbazlıklarından biriyle” suçlar.
02/24 | Kitap
Spotify'ı kullandıkça seni daha iyi tanırız.
Bu sayede sana özel müzikler ve podcast'ler önerebiliriz. [1]
Bireyin grup için en iyi davranışı nedir?
Ve birey bu şekilde davranmaya nasıl ikna edilebilir?
Bu soruları niçin bilimsel bir ruhla araştırmayalım? [2]
Westworld’e yapılan yatırımın asıl getirisi gelecektedir. İnsanların arzuları, istekleri ve fantezileriyle gelecek arasında bağ kuramayan bir iş insanı ancak başarısız bir girişimci-yatırımcıdır. Çünkü şimdi bir oyundan ibretmiş gibi görünen Westworld geleceğin tek gerçekliğidir. Buradaysa şimdi tek gerçek, kendileri keşif yolculuğuna çıkmış konuklardır. Onlar, bütçelerinin büyük bölümünü ne istediklerini bilmeyen insanların ne istediğini anlamak için harcayan pazarlama için nimettirler: Burada, kimsenin onları izlemediğini, yargılamadığını sandıkları bu yerde özgürler ve burası insanların gerçek yüzlerini sergiledikleri yerdir. [3]
*
Henry Ford 1914’te Ford Motor Works’ü kurduğunda bile işçi hâlâ yük hayvanından farksız bir üretici olarak görülüyor, işgücünün işyerindeki yaşantının eski usul Protestan ahlakı çerçevesinde denetlemesi yeterli görülüyordu. Sermaye sahipleri işçiden tüketici olarak da istifade edebileceklerini anladıklarında işçilerin daha yüksek zevklerle donatılması, dolayısıyla bir boş zaman örgütlenmesi gerektiğini de idrak ettiler. Teknolojisi temel maddi gereksinimleri karşılayacak seviyeye ulaşmış Amerikan ekonomisi artık yeni üretici talepleri yaratmalıydı. İnsanlar artık gereksinim duymadıkları malları almak için de ikna edilmeliydiler. Bir yandan Ford fabrikasında sosyoloji departmanı açarken, Boston mağazası zincirlerinin sahibi Edward A. Filene 1919’da şunları söylüyordu: “Kitlesel üretim kitlelerin eğitilmesini talep eder. Kitleler kitlesel üretim dünyasında insan gibi davranmayı öğrenmelidir… yalnızca okuryazarlık yetmez, kültür de edinmeliler.’ [4]
*
Harvardlı psikolog Burrhus Frederic Skinner’ın (1904-1990) eunomia’sı (iyi yasa/düzen) insanın “bir parçası olduğu dünyanın denetimini ele geçirerek, sonunda kendini denetlemeyi öğrenebilmesiydi.” Çalışmaları toplumların davranışsal kontrolü için bir program geliştirmeye odaklanmıştı. İnsan davranışlarına yönelik bilimsel çalışmalarının ilkelerini -“davranışı şartlandırma ilkeleri”- 1938’de ilk büyük çalışması Behavior of Organisms - An Experimental Analysis’de (Organizmaların Davranışı - Deneysel Bir Analiz) ortaya koydu. [5] Nasıl ki tıp, biyoloji, fizik ve diğer bilimlerde geliştirilen teknikler yaşamın ezici zorluklarına merhem oluyorsa, insanın iç dünyasındaki acıları dindirecek olan da davranış yönlendirme teknikleriydi. Bu yönde geliştirdiği teknik, insan davranışının yönlendirilmesinde ödüllendirmenin ceza tehdidinden daha etkili olduğu ilkesine dayanan “olumlu pekiştirme”ydi. Böylece Skinner öğretisini yaygınlaştırmak için, tam da iki “ütopyacı” felaketin -Nazi ve Sovyet- izlerinin taptaze olduğu İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, 1948’de, yani Orwell’in tüyler ürpertici distopyası ile aynı tarihte, yüz sene evvel toplumdan ayrılıp Walden gölü kıyısında tek başına yaşama deneyine girişen Henry David Thoreau’dan ilhamla, Amerika geleneğinde sıkça görülen büyük toplumdan ayrılmanın bu sefer bireysel değil toplumsal bir örneği olan Walden Two adlı ütopik romanını yayınladı [6] ve gayet iyimser biçimde istenilen nitelikte toplumun nasıl bireylerin uygun biçimde yönlendirilmesiyle yaratılabileceğini göstermeye girişti. Özellikle hümanist eleştirmenler ütopya kılığındaki bu karşı ütopyaya hemen tepki gösterdiler: “Platon’un Devlet’i ve More’un Utopia’sı soylu saçmalıklarken, Walden İki yüz kızartıcı bir saçmalıktır, ilk ikisi insanların daha fazla insan olmasını, diğerininse daha az insan olmalarını istemesi anlamlı değil mi?”, diye soruyordu Joseph Wood Krutch. [7] Acaba Skinner’ın öfkeye kapılan birçok çağdaşı tarafından şeytani bir antiütopya olarak okuduğu, “davranış mühendisliği”ni esas alan cennet vizyonu, pek çok sosyal reformcu gibi özgürlükle diktatörlüğü birbirine mi karıştırıyordu?
*
Walden-İki’nin olay örgüsü, aralarında Frazier’ın eski bir öğrencisinin, savaştan dönmüş iki genç adam ile kız arkadaşlarının, bir psikoloji ve bir de felsefe profesörünün bulunduğu bir grubun Walden-İki toplumunu ziyaret etmesi ve romanda Skinner’in sözcüsü konumunda bulunan, topluluğun kurucusu Frazier’den [8] işleyiş hakkında bilgi almaları ve yaptıkları tartışmalara dayanır. Walden-İki’nin üyeleri toprağı işleyerek yaşayan kırsal bir toplumdur ki çiftlik hayatı ekonomik bakımdan olduğu kadar moral bakımdan da özel bir değere sahiptir. Sanata, zanaata ve bilime adadıkları, bolca boş vaktin hâkim olduğu rahat bir hayat sürerler. Ama topluluk ilkel bir yaşamı savunmak şöyle dursun, bilimi ve teknolojiyi kucaklar: “Ütopyalar normalde modern yaşamın reddinden kaynaklanır. Ama bizim buradaki bakış açımız atalarımızınki değil. Biz geriye değil, daha iyi bir versiyona bakıyoruz.” [9] Söz konusu olan, büyük toplumdan kopmuş bir cemaatsel birimdir. İdare edilebilir bir büyüklükte olması gerektiği düşünülen bu birim, insanın en çok kaç kişiyi tanıyabileceği ve kaç kişiyle kişisel düzeyde ilişki kurabileceğini kıstas alır. Skinner’e göre bu sayı bin civarındadır ve deneysel bir minyatür dünya ölçeği sunar. Hedef, Walden-İki toplumunun belirli olgunluğa eriştiğinde hücre gibi bölünmesi ve çevrede yeni Walden birimlerinin oluşmasıdır. Tabii akabinde Ütopya’nın emperyalist yayılışı beklenir ve modelin yayılacağı Ütopya kolonilerinin her yere yerleşeceği öngörülür. F. Jameson’a göre bu ütopyacı ayrılma kavramı “Skinner’ın banliyö Ütopyası’nın belki de yeterince sistematik bir biçimde ifade edemediği bir ütopyacı kapanma fikrine dayalıdır… [sanayileşmenin] modern dönemde toplumsal uzamı, bütün boşlukları kapatacak ve adacık türü bir inzivayı olanaksız kılacak kadar sömürgeleştirdiği hissedilmez.” [10]
*
Frazier’a -ya da Skinner’a- göre kusursuz bir toplumun amacı ya da hedefi kendindedir, iyi yaşama temel olan ilkeler ve değerler bellidir: üst düzey sağlık ve eğitim, daha fazla bilgi, tatminkar bir iş [11], daha bol boş zaman ve dinlenme, yeteneklerin kullanılması ile uyumlu ve doyurucu ilişkiler. Çalışmada ve çocuk yetiştirmede eşitlik benimsenmiştir. Çalışmada eşitliğin yanı sıra insanın istediği işi yapabilmesi bir diğer temel ilkedir. Bu basit ilkeler uyarınca, her üyenin eşit sayıda “emek kredisi” dolduracak kadar çalışmasını sağlamak kâfidir. Her tür iş için eşit arzu uyandırmak amacıyla örneğin lağım temizlemenin kredi oranı yüksekken, çiçek bahçesinde çalışmanınki düşüktür. Böylece daha çabuk istirahate kavuşmak isteyenler birkaç nahoş işte çalışmaya yönelirken, diğerleri sevdikleri işlerde daha çok çalışarak buldukları tatminle kendilerini ödüllendirirler. Sonrası, Marx’ı hatırlatan bir tonda, enerjilerin bilime, oyuna, hünerlerin sergilenmesine, merakın tatminine yöneltildiği huzurlu bir manzaradır. Şunu da belirtmek gerekir ki, Walden İki’deki iş örgütlenmesi çoğunlukla beğeniyle karşılanmış olsa da, Skinner’in en parlak fikirleri, kendisinin de seve seve kabul ettiği gibi, Bellamy’nin Geriye Bakış’ından alınmıştır.
Burası tüm sakinlerin canları ne istiyorsa tam olarak onu yapabildikleri “dünyanın en özgür yeri”dir, gerçi altta yatan varsayımı gözden kaçırmamak gerekir, insanlar özgür değildir. Bu ütopik toplumun ayırt edici özelliği davranışları yönlendirilmiş bireylerden oluşmasıdır. Evet, burada cezaya veya icbara yer yoktur, hiçkimse zorla veya tehditle istemediği bir şeyi yapmak mecburiyetinde değildir, çünkü topluluğun sakinlerinin ahenkli yaşamını mümkün kılan şey, çocukluklarından bu yana sadece sahip olabilecekleri ve yapabilecekleri şeyleri istemeye ve seçmeye, kısaca arzulanır şekilde davranmaya bilimsel olarak koşullandırılmış olmalarıdır. [12] Bu bakımdan çocuk yetiştirme ve eğitim kilit önemdedir, zira davranışçı ütopyanın yeni erkek ve kadınlarının biçimlendirildiği evredir. Öyle ya, “yeni kültürel uygulamalar tasarlamak bir şeydir, insanları onu kabul etmeye ve çalışmaya motive etmek başka bir şey.” [13] Ayrıca çoğu komünist tasavvurda karşılaşıldığı üzere, Walden İki’de de cinsellik, evlilik ve aile arasındaki bağlar kesinkes koparılmış, çocuklar ortaklaşa yetiştirilerek çocuk ile ebeveyn arasındaki karşılıklı bağımlılık ortadan kaldırılmıştır. Anne ve çocuğun özdeşleşeceği bir baba figürü ihtiyacına önem verilmez. Yapı komünal mutfak ve yemek odası ile komünal kreşlere göre şekillenir. Cemaat yaygın bir yapay döllenme pratiğiyle kalıtımsal bağın kırılmasını hedefler.
Pedagojik mühendisliğin esası olan davranışçı terapi, topluluğun üyelerinin eylemleri, davranışları ve duygusal yaşamları üzerinde öylesine etkilidir ki, vizyonerlerinin onlar için tasarladığı hayatın en küçük ayrıntısından bile ayrılma arzusu ya da isteği duymazlar. [14] Zaten Frazier’ın iddiasına göre, iyi yaşamın gerçek reçetesi bilindiğinde, yani insan davranışının işlevsel bilgisi elde edildiğinde bu bilginin herkesin yararına kullanılmaması akıldışıdır. Tabii nelerin bireyin ve toplumun menfaatine olduğu konusunda tekel Frazier’e aittir, öyleyse iyi yaşama dair kendi vizyonunu gerçekleştirmek üzere söz konusu davranış tekniklerini uygulamasında hiçbir beis yoktur. Yerliler gerçekten de katı bir determinizme tâbi olabilirler, yani her istediklerini yapabilmelerine rağmen, isteklerini etkileyebilecek, belirleyebilecek kudretleri, iradeleri üzerinde herhangi bir denetimleri yoktur ancak bu konuda hayıflanmaya da mahal yoktur zira filozofların tüm insanlarda bulunduğunu iddia ettikleri ve bir insanın istediğini seçebileceği anlamına gelen “derin” irade özgürlüğü bir safsatadan, yanılsamadan ibarettir. Fakat hem eleştirmenleri, hem de romanın felsefeci karakteri Castle’ı rahatsız eden tam da budur. Cezaya ve zorlamaya ihtiyaç duyulmadığından -yani Frazier’in iradesi buna ihtiyaç duymadığından- hapishanenin bile bulunmadığı bu toplumun bizatihi kendisi hapishaneye dönüşmemiş midir? İyi kalpli diktatör Frazier’ın seçtiği yol dışında bütün yolların kapalı olduğu, başka yaşam tarzlarının yıkıcı unsurlar olarak görüldüğü, çoğulculuğun ve alternatiflerin dışlandığı, belirlenmiş bir dizi ortak değere sahip, sıkı sıkıya düzenlenmiş bu toplumda özgürlüğün mevcudiyeti bir seraptan, bir görünüşten, bir aldatmacadan ibaret değil midir? [15] Fakat Frazier’e göre önemli olan, değerlerden ziyade onları hayata geçirebilecek insan davranışlarına yönelik bilimsel bir teoridir, böyle bir teori olmadı mı, yani davranışlar eylemlerin nitelikleri ile uyumlu olacak şekilde değiştirilmedi mi, iyi niyetli çabalar beyhudedir, gündelik kişisel ilişkiler karşısında tuz buz olurlar. “Siyasal eylemin daha iyi bir dünya kurmak için bir yararı yoktur… grup yaşamının psikolojik sorunları da halihazırdaki ‘davranış mühendisliği’ prensipleriyle çözülebilirdi.” [16]
Görülüyor ki Skinner tekniğin kullanımında kendi amaçlarını ve iyi kavramını saptarken de siyasal ideolojilere ve felsefelere göre değil, pratiğe dökülebilecek deneysel verilere dayanma savındadır: Öyle ki “Tudor İngilteresinin Utopia’ya dönüşebileceğini More’un gerçekten düşündüğü görüşüne pek arka çıkmamaktadır… Modern toplumsal teorinin etkisini daha fazla gösterdiği yakın zamanlardaki edebi ütopyalarda eutopiacı çaba güçlenmiştir. Sözgelimi Bellamy’nin Geçmişe Bakış ve Skinner’ın Walden İki eserlerinde buna rastlanır.” [17] Nitekim Skinner’in ütopyası tam da hedeflediği üzere sadece teorik bir tasarı olmakla kalmamış, Walden İki’den esinlenen pek çok topluluk kurulmuştur. “Bunların en iyi bilineni, kurucusu Kathleen Kinkade’in Bir Walden İki Deneyi başlığı altında ilk yılların bir öyküsünü yayınladığı, Virginia’daki İkiz Meşeler’dir.” [18] Başka bir deyişle “sadece sahte olan ütopyalar okunmaya layıktır; oyun ya da eğlence olsun diye” cümlesinin sahibi Cioran’ın düşündüğünün aksine bu ütopyanın mimarı “muayyen bir dozda saflık”la malûl değildir pek. Ama “bir ütopya hazırlamak, bir kıyamet hazırlamaktan daha mı kolaydır?” [19] diye sorarken son derece haklıdır.
Elbette Skinner deneysel verlerle uyum içindeki davranış yönlendirme tekniğinin tüm öbür teknikler gibi ahlaksal açıdan yansız olduğunu, olumlu ya da olumsuz amaçlar için kulanılabileceğini belirtir. Bu açıdan vurguladığı husus, insanlara bu teknikten olumlu yönde yararlanma sorumluluğunun yüklenmesidir. Asıl önemli olan hazları elde etme ve kullanma biçimidir. Böylece insan doğasına faydacı bir yaklaşımla -insan haz arar ve acıdan kaçınır-, belirsizlikle damgalanmış yaşamsal sorunlarla yüzleşirken insanın yapabilirliğini kuvvetlendirecek teşvik olasılıkları sayesinde, engellenmenin hüsranındansa dünya ile becerikli ve güvenli bir karşılaşma sağlayan bir karakter yapısı oluşturmak temel amaç olarak görülür. Kilit nokta bireyde suç, direniş ve öfke yaratma ihtimali taşıyan, acıyı ve cezayı esas alan itici bir denetim mekanizması yerine hazlara oynayan olumlu teşvikler kullanmaktır. Öte yandan bu yönelimin altında özgür, özerk, rasyonel bir birey ile ceza tehdidini gereksinen sorumluluk duygusunu varsayan liberalizm mirasına karşı çıkış da yatar.
*
En büyük meşguliyeti insan programlama tasarısını hayata geçirmek olan çağdaş dünyayı anlamakta önemli ipuçları veren romanın sonunda aklın yerine içgüdünün ve duyguların koyulduğunu gören felsefeci Castle’ın biriken öfkesi patlar ve Frazier’ı “insanlık tarihinin en şeytani düzenbazlıklarından biriyle” suçlar. Sahne öyle kurulmuştur, toplum öyle örgütlenmiştir ki melun lider kişisel güç olarak kendisini geriye çekerken [20], olacak her şeyin onun elinden çıkacağını gayet iyi bilir. Özgürlüğe inanmayan Frazier karakterinin sunuluşu da bu bakımdan dikkat çekicidir: “Modern Ütopyalardan yalnızca Skinner’ın metni, kişi sorununu, kasten çekici hale getirilmeyen Frazier figürü -yeni dünyasında tümüyle iktidarsız olan ve sahte kimlikle yaşayan, yeni Ütopya yurttaşlarınca zararsız bir çatlak diye görülen ve bu şekilde muamele edilen bir Tanrı ya da yaradan-aracılığıyla ortaya koyabilecek kadar dürüsttür.” Nihayetinde davranış teknolojisi öyle bir noktaya varmıştır ki artık insanın yukarıya, kurtuluşa doğru mücadele edeceği yollar tek tek kapanmıştır. [21]
*
Bilim determinizme, nörobilim benliğin ve özgürlüğün yanılsama oluşuna, kapitalizm ise koşullandırmaya hep beraber alkış tutar. Özgürlüktense “mutluluk” önemlidir; arzulara göre üründense, ürüne uygun arzu üretmek evladır. “Önceden süsleyici olan ilke de aynı şekilde teknik mimari bir işlev kazanır.” [22] Dahası dünya bu “ütopik” şablona dönüştürülmelidir.
İpucu: En sevdiğin parçaları kaydederek Kitaplığın'a ekleyebilirsin. Bu sayede bir koleksiyon oluşturabilirsin. Ayrıca seni tanıyabilir ve daha iyi öneriler sunabiliriz. Bir kere profilin oluşunca neleri arzulaman, hangi müzikleri sevmen gerektiğini sana söyleriz!
Walden-İki, B.F. Skinner, çev. Süha Sertabiboğlu, Ketebe Yayınları, 2023.
[2] B. F. Skinner, Walden-İki, çev. Süha Sertabiboğlu, Ketebe, 2023, s. 125-126.
[3] Westworld, HBO, J. Nolan, L. Joy, 2016-2022. 2. sezon 2. bölümde William, James Delos’a Westworld’ün taşıdığı potansiyeli anlatıyor.
[4] Christopher Lasch, Narsisizm Kültürü, çev. Suzan Öztürk-Ümit Hüsrev Yolsal, Bilim ve Sanat, 2006, s. 123-124.
[5] Krishan Kumar, Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya, çev. Ali Galip, Kalkedon, 2006, s. 543.
[6] Nail Bezel (der.), Yeryüzü Cennetleri Kurmak, Say, 1984, s. 203-208.
[7] Kumar, age., s. 542. Ayrıca bkz. “Benim de yarattıkları alternatif toplumdan hoşlanmadığım ya da pek çok okurun tiksindirici bulabilecek ütopyalar var elbette [B.F. Skinner’ın 1948 tarihli Walden Two adlı eseri herkesçe malum bir örnek]. Peter Fitting, “Ütopya, Distopya ve Bilimkurgu”, Ütopya Edebiyatı (haz. Gregory Claeys), çev. Zeynep d-Demirsü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, s. 194.
[8] Frazier’in eski öğrencisi Burris açık zihininli, meraklı, tarafsız, esasında girişime sempatiyle yaklaşan bir karakterdir ve sonunda Walden-İki’ye katılmaya karar verir, dolayısıyla Skinner sadece Frazier’ın değil Burris’in ağzından da konuşmaktadır. Buna karşın Burris’in meslektaşı felsefe profesörü Castle insan özgürlüğüne ve saygınlığına sıkı sıkıya bağlı hümanisti temsil eder ve Frazier’a şiddetle karşı çıkar. Kumar, age., s. 548.
[9] Walden-İki, age., s. 94-95. Hem Thoreau hem de Skinner zaman ve çaba israfına karşı olsalar da, Walden-İki, Thoreau’nun burun kıvıracağı modern teknolojiye ve yozlaştırıcı bulacağı maddi bolluğa önem verir.
[10] Fredric Jameson, Ütopya Denen Arzu, çev. Ferit Burak Aydar, Metis, 2009, s. 41.
[11] Kumar, age., s. 563-64.
[12] Pavlov (“şartlı refleks”, “davranıştan ziyade duyguların şartlandırılması”) ve Skinner (“uyarımsız davranış” ve “edimsel şartlandırma”) arasındaki fark için bkz. Kumar, age., s. 551-553. “Skinner ve öğrencilerine göre, Huxley’in Cesur yeni Dünya’da hicvettiği, Palvlovcu şartlandırmadır, Skinnerci değil.”
[13] Kumar, age., s. 550.
[14] Lars Svendsen, Özgürlüğün Felsefesi, çev. Murat Erşen, Redingot, 2020, s. 17-18.
[15] Age., s. 274
[16] Walden-İki, age., s. 32.
[17] Kumar, age., s. 543.
[18] Krishan Kumar, Ütopyacılık, çev. Ali Somel, İmge, 2005, s. 153.
[19] E. M. Cioran, Tarih ve Ütopya, çev. Haldun Bayrı, Metis, 2013 (3. bas.)., s. 84.
[20] Fredric Jameson, age., s. 127.
[21] Walden-İki, age., s. 278 vd.
[22] Fredric Jameson, age., s. 86. Özellikle bkz. “estetik tercihler” ve Skinner'ın tepsisinin tartışıldığı bölümler, s. 81-86.
Commentaires