top of page

Araba Sevdası’nın Okun[a]mayan Mektuplarını Jacques Derrida’nın Mektup Metaforuyla Düşünmek


Böylece anlatının kare ası ortaya çıkar: Recaizade Mahmut Ekrem-anlatıcı-Bihruz-Fransız yazar. Fransız yazarın mektubunu yeniden yazan Bihruz’u anlatan anlatıcıyı yazan Recaizade Mahmut Ekrem.


09/22 | Kitap

 


Araba Sevdası üzerine yapılan yorumlar genellikle bir açıdan eksiktir çünkü hemen hiçbir yorum eseri etkisi altına alan, eserdeki karakterlerin -buna araba da dahildir- konumlarını belirleyen, kendisini anlatının ana meselesi haline getirip kendi dışındaki tüm anlatıyı bir çerçeveye çeviren mektup hakkında herhangi bir açıklamada bulunmaz. Bu yüzden biz, tıpkı Bihruz gibi masasının başına bir mektup yazmak için oturan Jacques Derrida’nın arkasında durup, Derrida’nın omzunun üzerinden Bihruz’un okun[a]mayan mektuplarına bakacağız. Bizim için yazılmayan mektuplara. Bize yazılmadığı için en çok bize ait olan ama aynı zamanda bize ait olmadığı için de daima bizden kaçacak olan, bize hiçbir zaman gelmeyecek olan, postacının iletmek için asla kapımızı çalmayacağı o mektuba bakacağız. Fakat bu noktada eserin ikinci kısmında ortaya çıkan mektuplardan önce gerçekleşen olaylardan kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.


Alafrangalaşmayı yanlış anlamış yarı-aydın tipini temsil eden mirasyedi Bihruz’un en büyük zevki borçlanarak satın aldığı arabasıyla Çamlıca Bahçesi’nde gezintiye çıkmaktır. Bu gezintilerin birinde Periveş’ten ve Periveş’in bindiği lando arabadan etkilenir. Bindiği landodan dolayı -oysa lando kiralıktır- Periveş’in üst sınıftan bir aileye mensup olduğunu düşünen Bihruz -oysa Periveş anlatıcının deyimiyle terbiye, erdem ve aile olarak Bihruz’un tahayyül ettiğinin tam zıddı bir karakterdir-, Periveş’in ve refikası Çengi’nin sohbetine dahil olarak onunla yakınlık kurmaya çalışır, hatta ona bir çiçek verir. Periveş’in çiçeği yakasına iliştirmesini aşkına bir karşılık sayan Bihruz -oysa bu olay Periveş ve Çengi için yalnızca bir alay konusudur- Periveş’ten yeniden görüşüp görüşmeyeceklerine dair bir söz alamaz. Bihruz, kiralık landosuyla Çamlıca Bahçesi’ni terk eden Periveş’i takip etmek için çabalasa da landoyu bulamaz ve eve dönerek Periveş’e bir mektup yazmaya karar verir. O akşam hocası Mösyö Piyer ile aşk hakkında tatsız bir konuşma gerçekleştiren Bihruz ertesi sabah Mösyö Piyer’in evden ayrılmasını fırsat bilerek mektubunu yazmak için işe koyulur ve kitaplığının karşısına geçer.



La carte postale: De Socrate à Freud et au-delà (1980) adlı eserinde Edgar Allen Poe’nun “Çalınan Mektup” adlı öyküsünü inceleyen Derrida, bir kütüphanede başladığı için öykünün aslında hiç başlamadığını ileri sürer: “Her şey, bir kütüphane ‘içinde’ başlar: kitaplar, yazılar, göndermeler içinde. Bu yüzden hiçbir şey başlamaz. Yalnızca, kendisinden hiçbir şeyin ortaya çıkmadığı bir sürükleniş ya da yolun kaybedilmesi” (2020, s. 166). Bihruz’un mektup sahnesi de bir kitaplığın önünde başlar. Bir mektup neden bir kitaplığın önünde başlasın, hele ki bu mektup bir aşk mektubu ise? Bir aşk mektubunun sevgilinin âşıkta uyandırdığı hislerin bir aktarımı olması beklenir. Bu hisler yalnızca âşığa ve sevgiliye aittir. Yalnızca iki kişiye referansta bulanan kapalı iletişim sistemi bir aşk mektubunun ön koşuludur. Oysa Bihruz’un aşkı daha en başta kitaplığın raflarında dizilmiş farklı göstergeler ve göndermeler tarafından çevrelenmiştir. Bu aşk daha en başında hedef dışıdır. Romanda Bihruz’un mektubu, kitaplıktaki pek çok farklı gösterge etrafında dönerek işleyecek fakat hiçbir zaman Periveş’e göndermede bulunamayacaktır. Daha önce yazılmış, okunmuş ve iki kapak arasına sıkıştırılıp raflara dizilmiş bir aşktır bu. Yaşanmış, bitmiş, Bihruz’a yaşanacak bir aşk kalmamış gibidir. Bu yüzden Bihruz’un aşk mektubu hiç başlamamıştır. Daha en başında hedef dışı, kayıp bir mektupla karşı karşıya kalırız. Bihruz’un mektubu da -ve dolayısıyla aşkı da- zaten kitaplığın göstergelerinin bir çevirisine dönüşecektir. Ne Bihruz ne de Periveş bu metnin haricinde, bu mektubun sınırları dışında nefes alabileceklerdir.


Recaizade Mahmut Ekrem ikiye bölünür ve Bihruz ile özdeşleşir. Diğer bir ifadeyle bir mektup gibi, gönderilmeye hazır bir mektup gibi ikiye katlanarak Bihruz’un üzerine kapanır.

Bihruz’un kitaplığından seçtiği kitaplardan biri Jean-Jacques Rousseau’nun mektup biçimindeki aşk romanı Julie, Ou La Nouvelle Héloise (1761), diğeri ise Apollon takma adını kullanan A. Person de Teysséedre’in aşk mektubu yazacak olanlara model olması için kaleme aldığı Le Secrétaire Des Amants, Ou Recueil Choisi De Lettres D'amour’dur (1838). Bihruz ilk mektubunu Rousseau’nun eserini temel alarak yazar fakat mektubu beğenmez. Bu mektup muhatabına asla ulaşmayacaktır. Yazıldığı anda yerinden edilir ve unutulur. Diğer taraftan özne mektubu unutsa da mektup özneyi unutmaz. Bu mektup bastırılanın geri dönüşü olarak bir süre sonra geri gelecektir (Lacan, 2020, s. 62). Bihruz ilk yazdığı mektubu beğenmediği için Teysséedre’in eserinden faydalanarak bir mektup daha yazar. Bu durumda mektupları yazan kimdir? Derrida, anılan eserinde Sokrates ve Platon’u resmeden bir kartpostal hakkında yazar. Bu resimde yazılı bir eserinin bulunmadığı bilinen Sokrates bir masanın önünde oturmakta ve yazı yazmakta, arkasında ise Platon dikte eder bir tarzda durmaktadır. Sokrates’in ve Platon’un konumları da göz önüne alındığında mektubu kimin yazdığı, mektupta ne yazdığı ve mektubun kime yazıldığı soruları ortaya çıkar (akt. Elmore, 2017, s. 59). Bihruz’un durumu da Sokrates ve Platon örneğine benzemektedir. Bihruz’un mektubu başkasının, bir Fransız yazarın cümleleriyle yazılan bir mektuptur. Diğer taraftan bu mektup Bihruz’un kaleminden çıkmakta, anlatıcı sesi mektubun yazıldığını bildirmekte ve Recaizade Mahmut Ekrem’in kaleminde çınlamaktadır. Böylece anlatının kare ası ortaya çıkar: Recaizade Mahmut Ekrem-anlatıcı-Bihruz-Fransız yazar. Fransız yazarın mektubunu yeniden yazan Bihruz’u anlatan anlatıcıyı yazan Recaizade Mahmut Ekrem. Recaizade Mahmut Ekrem ikiye bölünür ve Bihruz ile özdeşleşir. Diğer bir ifadeyle bir mektup gibi, gönderilmeye hazır bir mektup gibi ikiye katlanarak Bihruz’un üzerine kapanır. Bu durumda okuyucu beşinci göz konumundadır. Kendisine ait olmayan mektubu okuyan, henüz zarfa konulup muhatabın eline geçmeden, muhatabın eline geçip okunmadan, henüz her şeyin başında, sıfır noktasında mektupta ne yazdığını bilen beşinci bir gözdür okur. Okur hiçbir zaman Bihruz’dan gelen bir mektuba sahip olmayacaktır. O halde mektubu nasıl bilebilir? Okurun mektubu bilmesinin tek mümkün yolu mektup tarafından yazılmasıdır: Böylece yazar, anlatıcı, Bihruz, Fransız yazar ve okur mektup tarafından yazılacaktır. Bihruz masanın başına mektup yazmak için oturduğunda -öyle ya bunu Bihruz’dan başka kim yapabilir- bir mektup yazmayı amaçlamaktadır. O halde kalemin sivri ucuyla kâğıda bir iz bırakmalıdır, bir şeyler karalamalıdır. Bihruz bir mektup yazacağını düşünmektedir oysa tam tersi olacak, Bihruz mektup tarafından yazılacaktır. Sözleri artık onun sözleri değildir. Yazmaya başladığı anda diğer yazarları da yazan metin tarafından yazılmaya başlanmıştır. Onun yaptığı şey artık kâğıda bir şeyler karalamak değil kalemin sivri ucuyla arkeolojik bir kazı yapmaktır. Diğer bir ifadeyle bu Bihruz’un kazı-kazan oyunudur. Kâğıdın yüzeyini kazımakta ve arkasına gizlenmiş metinleri gün ışığına çıkarmaktadır. Bihruz’un palimpsest kişiliğini gözler önüne seren palimpsest bir metindir mektup.


Peki Bihruz mektubunda ne yazmaktadır? İlk mektupta Bihruz şöyle yazar: “Sizden kaçmalıyım.” Fakat bu mektubu yazdığına göre Bihruz kaçmak istediğine yaklaşmakta, belki de şöyle demek istemektedir: “Sizden kaçmalıyım ama bir mektupla. Böylece kaçarken yaklaşmış ve yaklaşırken kaçmış olacağım.” Bir mektup etrafında şekillenen bu aşk bir mektup gibi muhatabından sürekli kaçacak ve muhatabına yaklaşacaktır. Bir gün buluşurlarsa bu bir tesadüfün sonucu olacaktır, Çamlıca Bahçesi’nde olduğu gibi. Aynı zamanda bir mektup gönderenle alıcının yakınlığını kanıtladığı kadar, ayrılığını da görünür kılar. Eğer gönderen ve alıcı birbirinden ayrı olmasaydı bir mektup asla yazılmazdı. Demek ki bir mektupla kaçmak mektubun muhatabına hem yaklaşmak hem de ondan uzaklaşmak demektir. Bihruz’un aşk sözcükleri dahi mektubun hareketinin çerçevesinde kurulur. Bihruz ikinci mektubuna “Küçük hanım” diye başlar; mektubun bu sözlerle başlamasına sebep olacak kadar önemli olan bu sesleniş kime yöneliktir? Derrida birine “aşkım” diye seslendiğimizde ona mı, kendimize mi yoksa aşka mı seslendiğimizi sorar (akt. Dunne, 2017, s. 116-117). Örneğin “seni seviyorum” dediğimizde bu ifadenin hedefinden asla emin olamayız. Bu ifade her zaman için farklı yorumlanma, algılanma, kaybolma, bir yalanı görünür kılma olasılıklarını içinde barındırır (Lucy, 2012, s. 143). Derrida’ya göre “seni seviyorum” dediğimizde bir klişeyi tekrar ederiz; bir bağlama, bir geleneğe atıfta bulunarak konuşuruz. Bizim olmayan bir dille söyleriz (Dunne, 2017, s. 118-119). Bihruz da “küçük hanım” gibi bir sevgi ifadesini kendisinin olmayan bir dilde, Fransız bir yazarın diliyle söylemektedir. Aynı zamanda, bu ifade adeta hedefini şaşırarak geri döner, muhatabın kulağına ulaşmaz ve mektubun yazıldığı odanın duvarlarına çarparak Bihruz’un kulaklarında yankılanır çünkü Bihruz mektubunu şöyle bitirir: “Sizin aşığınız. M. B.” Aslında Bihruz şöyle demektedir: “Sizin aşığınız olan ben. Sadece kendim. Size küçük hanım diye seslendiğimde bile aslında kendime sesleniyordum. Bu mektubun yazılma anındaki kendime. Mektup tarafından yazılan kendime. Mektubun kendisine. İşte ben, kendilikten -ve mektubun kendiliğinden- başka bir şey olmayan bu imzamla, ismimin baş harfleriyle bu mektubu damgalıyorum -ve damgalanıyorum-: M. B.”


Recaizade Mahmud Ekrem


Bihruz yazmayı bitirdikten sonra mektuba bir de şiir eklemeyi düşünür. Fransızca bir şiiri tercüme etse de “Kelime şeyi resmetmeye borçlu ise” dizesini anlayamadığı için bu şiiri mektuba eklemeyi uygun bulmaz ve Osmanlı klasik şairlerinden Enderunlu Vasıf’ın Divan-ı Eşar’ını incelemeye başlar. Divan-ı Eşar’dan beğendiği sekiz şarkıyı numaralandırarak kura çeker ve kurada yedi rakamı çıkar. Bu numaranın denk geldiği şarkı ise Bihruz’un seçtiği şarkılardan biri değildir. Bihruz numaralama işleminde hata yaptığı için yedi numaraya “Bir siyeh-çerde civandır / Hüsnü mümtaz-ı cihandır / Aşkı gönlümde nihandır / Bunca dem bunca zamandır” dizelerinden oluşan şarkı denk gelmiştir. Nasıl ki bir mektup muhatabına her zaman şans eseri ulaşırsa, söz konusu şarkı da şans eseri Bihruz’un önüne çıkmıştır. Bu durumda şarkının konumu dahi mektubun yapısına göre belirlenir. Bihruz bunu bir işaret addederek şiiri anlamaya çalışır. Şiirdeki “bir siyeh” ifadesini “bersiye”, “çerde” kelimesini de “cerde” olarak okuyan Bihruz, Redhouse’da da “cerde” kelimesinin anlamını “Sarı renk at ki kuladan farksızdır” şeklinde bulunca, şiirin sarışın bir kadına yazıldığı sonucuna varır ve şiirin Periveş için uygun olduğuna kanaat getirir. Bihruz’un bu kararıyla birlikte gösteren (mektup) ile gösterilen (Periveş) arasındaki bağ kopar çünkü “kara yağız delikanlı” anlamına gelen “bir siyeh-çerde civan” ifadesi Periveş’e karşılık gelmemektedir. O halde mektup artık belirli bir anlamın taşıyıcısı olmaktan çıkar ve muhatabına asla ulaşamayacak olan hedef dışı bir gösteren olarak konumlanır.


Mektubu mühürleyerek özel ile umumi arasında bir ayrıma gitmek isteyen Bihruz mektubun komplosundan habersizdir çünkü bu mektup daha en baştan umumileşmiştir. Satırlarının üzerinde başkalarının meraklı gözleri, kıpırdayan dudakları dolaşmaktadır. O halde mühürlenen nedir?

Bihruz söz konusu şiiri iliştirdikten sonra zarfını kapattığı ve altın bir mühürle mühürlediği mektubu çekmeceye koyar. Peki Bihruz neyi, neden mühürlemektedir? Görünen o ki Bihruz mektubun “özel” olduğunun altını çizmek istemektedir. Oysa mektup, henüz muhatabına ulaşmadan hem bu eserin okuru tarafından hem de (Fransız yazarın kitabına dayandığına göre) başka okurlar tarafından defalarca kez yazılıp okunmuştur. Mektubu mühürleyerek özel ile umumi arasında bir ayrıma gitmek isteyen Bihruz mektubun komplosundan habersizdir çünkü bu mektup daha en baştan umumileşmiştir. Satırlarının üzerinde başkalarının meraklı gözleri, kıpırdayan dudakları dolaşmaktadır. O halde mühürlenen nedir? Mühürlenen mektubun içeriği değildir, mektubun kendisi, mektubun kendisine dönüşen mektubun muhatabıdır. Mektup her zaman muhatabını mühürler. Zarfın üzerine muhatabın ismini ve adresini yazdıktan sonra ikili, geçirimsiz bir iletişim ağı kurarız. Bu mektubun yalnızca muhatabına ait olduğunu hatırlatırız: “Bu mektup yalnızca senin.” Oysa bir mektup her zaman kaybolabilir veya örneğin muhatabın evinde yaşayan meraklı gözlerin saldırısına uğrayabilir. Bihruz mektubu mühürleyerek sanki şöyle demektedir: “Bu mektup benden size. Yalnızca size. Görüyorsunuz, bir mühür ile kapatılmış, korunmuştur ve bu mührü siz açtığınızda sadece sizin için yazılmış satırlar bulacaksınız ve bundan böyle bu mektuptan siz sorumlusunuz.” Oysa mektup romanda üç kişi tarafından açılacak ve yalnızca Periveş’e ait olması beklenen sözler umumileşecek, muhatap yitecek ve mektup ortadan kaldırılacaktır. Bihruz’un mektubu temize çektiğini biliyoruz, o halde mektubun müsveddesinin neden mühürlenmediği sorusu yersiz değildir. Belki de müsvedde, değersiz bir kâğıt parçası olarak açıkta durduğu için kendisini gizleyecek olan şeydir; mektubun kalanıdır [remainder]; başka bir hale sokularak, değersizmiş gibi gösterilerek, en açık şekilde bırakılarak gizlenecektir.


Birkaç gün sonra Bihruz mektubu muhatabına teslim etmek için yeniden Çamlıca Bahçesi’ne gider. Periveş’in içinde bulunduğu landoya yaklaşır. Periveş’in refikaları Çengi ve Gülşeker de landodadır. Bihruz bin bir gayretle mektubu Periveş’e vermeye çalışır. Sonunda Gülşeker, Bihruz’u başlarından defetmek için elini uzatıp mektubu alır. Böylece mektup bir nevi yanlış adrese teslim edilmiş olur. Mektubun yanlış adrese teslim edilmesi -Periveş’in olması gereken el Gülşeker’indir- aslında onun “bekleme yapısıyla” ilgilidir. Derrida mektubun bekleme yapısını şöyle tarif eder: “Mektubun bekleme yapısı, bir mektubun her zaman varacağı yere varamamasıdır” (2020, s. 114). Bu tanım mektubun hiçbir zaman varacağı yere varamayacağı anlamına gelmez fakat böyle bir tehlikeyi içinde barındırdığı anlamına gelir. Eğer bu tehlike olmazsa mektubun yolculuğu başlayamaz (s. 115). Niall Lucy, Derrida’nın mektup metaforunu şöyle açıklar:


İdeal biçimiyle, bir posta sistemi mektupların gönderilmiş olduğu adreslere sağ salim varacağı güvencesini verir. Yine de (postanenin yöneticisi de dahil olmak üzere) herkes bunun daima böyle olmadığını bilir. Ne zaman bir mektup postalasanız, ardından şu üç şeyden biri olur: Onu göndermeye niyetlendiğiniz yere ulaşır; başka bir yere (başka bir adrese, belki çalışmayan bir postaneye) ulaşır; ya da hiçbir zaman ulaşmaz, postada kaybolur. Genellikle mektupların onları gönderdiğimiz adreslere ulaştığı doğrudur, ama hiçbir posta sistemi herhangi bir mektubun yolunun şaşırması gibi yapısal bir olasılığı önleyemez. Öyleyse paradoksal biçimde, bir mektubun ulaşması onun ulaşmamasının yapısal olasılığına bağlıdır. Bir mektubun ulaşamaması gibi bir olasılık olmasa, hiçbir mektubun gönderildiği yere ulaşamayacağı söylenebilirdi. Buradan kalkarak, ulaşmanın özel bir ulaşamama türü olduğu, bir mektubun ancak postanın “kazası” sonucu “ulaştığı” söylenebilir. Hiçbir mektuba gönderenden alıcıya düzgün bir geçiş güvencesi verilemez ve o nedenle her ulaşma daima bir bakıma kaza eseridir. (2012, s. 139)


Ulaşmama, aynı zamanda sözden yazıya bütün iletişim biçimlerinin genel koşuludur. Bu durumda her mektup ve her yazı ulaşacağı yere ulaşamama, yanlış yorumlanma olasılığına sahiptir (s. 140). Her mektup hedef dışıdır yani her zaman onu gönderen kişinin niyetini aşan bir güzergâh takip etmeye, bir yere varmaya, farklı şekilde yorumlanmaya açıktır (s. 141): “Her metin ulaşmaya yazgılıdır, ama niyetlendiği gibi ulaşmaya yazgılı değildir (...) Onun ulaşma koşulu onun sonunda ulaşmamaya varması ve hatta ulaşmamakla başlamasıdır” (s. 141-142). Bekleme yapısı gereği Bihruz’un mektubu da başka bir ele, yanlış bir adrese, hedef dışı, muhatap olmayan bir muhataba teslim edilir. Mektup teslim edildikten sonra üç kişi tarafından açılır. Böylece özel olması gereken bu mektup yeniden umumileşir çünkü mektup iki kişi arasındaki kapalı bir iletişim modelini geçerli saysa da aslında her mektup her zaman gayet açıktır (s. 144). Böylece Periveş’e özgü olması gereken mektup deneyimi hızla kolektif hale gelir. Romanda, yazıldığı kâğıt biraz incelendikten sonra mektup okunmadan -o kadar kötü bir üslupla yazılmıştır ki zaten okunmaya çalışılsa bile okunamayacaktır- landonun camından mezarlığa fırlatılıp atılır. Mektubun hiçbir anlamı yoktur ve mektup hiç kimsenin malı değildir. Ne uygun bir anlama ne de bu anlamın içeriği doğrultusunda belirlenebilecek bir güzergâha sahiptir. Mektup bu haliyle, uçurulmuştur (Derrida, 2020, s. 84).


Jacques Derrida


Bihruz mektubunda belirttiği tarihte ve yerde Periveş ile buluşamayınca büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Mektupta yanlış bir şeyler yazıp Periveş’i kırıp kırmadığından emin olmak için mektubun kalanına -Derrida’ya göre her mektup arkasında bir kalan [remainder] bırakır (s. 85)- diğer bir ifadeyle “müsveddeye” geri döner. Mektubun müsveddesini incelediğinde daha önce “bersiye” olarak okuduğu “bir siyeh-çerde” ifadesine yine takılır ve bunun anlamını öğrenmek için kalemdeki arkadaşlarından yardım istemeye karar verir. Kalem sahnesi gösteren-gösterilen ilişkisinin tamamen yıkıldığının bir kanıtıdır. “Bersiye” olmayan bir kelime, kayıp bir gösteren, yolda kaybolan, yanlış adrese teslim edilen bir mektuptur. Bihruz’un kalemdeki arkadaşları “bersiye” kelimesinin anlamını bulmak için sözlüklere başvururlar. Bu araştırma esnasında “bersiye” önce “rokfor” anlamındaki “persiye” (persillé) kelimesine, daha sonra “berse” (bercer), “berso” (berceau), “bersöz” (berceuse), “berje” (berger) ve “bert” (berthe) kelimelerine dönüşür. Güzergâhını şaşıran ve asıl güzergâhına bir türlü ulaşamayan, bu yüzden de sürekli yolda olan, bekleyen bir mektup gibi “bersiye” kelimesini araştıran insanlar da sözlükte sürekli olarak başka gösterenlere göndermede bulunan gösterenler arasında seyahat ederler. Sonunda kalemin bilginlerinden Naim Efendi dizeyi doğru bir şekilde “bir siyeh-çerde” olarak okuyarak bunun “kara yağız” anlamına geldiğini söyler. İfadenin doğru anlamını öğrenen Bihruz büyük bir pişmanlık yaşar ve kendini Periveş’e affettirmek için bir mektup daha yazmaya karar verir. Böylece ilk başta yazdığı, beğenmediği için bir kenarda unuttuğu ilk mektuba geri döner ya da öznesini unutmayan mektup bastırılanın geri dönüşü olarak geri gelir. Bihruz Fransızcadan tercüme ettiği fakat “kelime şeyi resmetmeye borçlu ise” dizesini anlamadığı için kullanmadığı şiiri de bu kez mektuba iliştirir. Ne var ki bu mektup da muhatabına asla ulaşamayacaktır çünkü Bihruz’un kalemden arkadaşı olan ve yalancılığıyla ün yapan Keşfi, Bihruz’a Periveş’in öldüğü yalanını söyler. Bu haberi alan Bihruz’un tüm emeli artık Periveş’in mezarını bulmaktır. Burada asıl önemli olan nokta, mektup ile Periveş’in yer değiştirmesidir. Bihruz tarafından aranan belki de Periveş’in mezarı değil, mektubun kendisidir çünkü mektup Periveş tarafından mezarlığa atılmıştır. Periveş’in mezarını aramak artık mektubun, kayıp gösterenin yerini aramak, anlama ulaşmaya çalışmaktır. Oysa mektup uçurulmuştur, buruşturulup fırlatılmıştır.


Araba da bir mektup gibidir. Mektup nasıl ki her zaman kaybolma olasılığını içinde barındırırsa, araba da kendisini bekleyen -ya da kendisini beklettiği mi demeli- muhatabına erişememe, farklı sokaklar, caddeler, caddeleri çevreleyen tabelalar, göstergeler arasında kaybolma olasılığını içinde barındırır.

Bihruz kaleme gitmek için yola çıktığı bir gün Üsküdar vapurunda Periveş’i görür ve Keşfi’den hesap sormaya karar verir. Keşfi ise Bihruz’un gördüğü kişinin Periveş değil onun kardeşi olduğunu söyler. Muhatabına ulaşmamış, atılmış, yerinden edilmiş olsa da mektubun arkasında bir kalan bıraktığını ve bu kalanın da “müsvedde” olduğunu söylemiştik. Mektubun yapısına benzer şekilde mektubun muhatabı da arkasında bir kalan, bir müsvedde, yalancı bir kardeş bırakmıştır. Periveş’in yaşadığına dair umudunu kaybeden Bihruz, bu süreçte arabasını da -yine mektuplar sebebiyle- kaybeder. Bihruz, Mösyö Kondoraki’den gelen ve arabanın borcunu ödemesi için kendisine uyarıda bulunan mektupları yanıtsız bırakmıştır. Böylece Mösyö Kondoraki’nin mektupları da muhatabına ulaşmamış, ulaşmamanın bir özel biçimi olarak “ulaşarak ulaşmamış” olur. Aslında anlatıda arabanın konumu da mektuba göre belirlenmiştir çünkü anlatı boyunca bir göstergeden diğerine yapılan seyahat Bihruz’un önce arabasıyla -araba göstergesinin anlamsal çözülüşü hatta silinişi Bihruz’un isminin baş harflerini taşıyan plakanın çizilmesiyle başlar ve arabanın kaybedilmesiyle zirve noktasına ulaşır- daha sonra da yaya olarak yaptığı seyahatlere karşılık gelir. Araba da bir mektup gibidir. Mektup nasıl ki her zaman kaybolma olasılığını içinde barındırırsa, araba da kendisini bekleyen -ya da kendisini beklettiği mi demeli- muhatabına erişememe, farklı sokaklar, caddeler, caddeleri çevreleyen tabelalar, göstergeler arasında kaybolma olasılığını içinde barındırır. Aynı zamanda bir mektup nasıl ki öznesini unutmazsa araba da öznesini unutmaz ve tamamen unutulduğuna inanıldığı anda bastırılanın geri dönüşü olarak yolda aniden Bihruz’un karşısına çıkar.



Eserin sonunda Bihruz Beyazıt’ta Periveş ile karşılaşır ve ilk başta konuştuğu kişinin Periveş değil onun kardeşi olduğunu düşünür. Periveş ise Bihruz’a mektup verdiği kişinin kendisi olduğunu, üstelik bir kardeşinin de olmadığını söyler ve bir daha sevdiklerini erkenden mezara göndermeye çalışmamasını nasihat eder. Burada ilginç olan nokta Periveş’in mektup verilen kişinin “kendisi” olduğunu söylemesidir, oysa mektubu alan el Periveş’inki değildir; mektup üç kişi tarafından açılmış ve okunmadan mezarlığa atılmıştır. Bu durumda mektup Periveş’e hiçbir zaman ulaşmamıştır. Gösteren bir kere yerinden edilmiştir ve tüm anlam olanakları ortadan kalkmıştır. Bu durumda pardon diyerek kaçmaktan başka çaresi olmayan Bihruz’un elinde kalan kiralık bir landoya, yanlış tahayyül edilmiş bir Periveş’e yazılmış, yanlış ele teslim edilmiş, hiçbir zaman muhatabına ulaştırılamamış mektuplardır. O halde bu anlatı aslında bir mektup sevdasıdır ki bu mektuptan kalan müsveddenin ismi de Araba Sevdası’dır.

 

KAYNAKÇA

Derrida, J. (2020). Hakikat Faktörü/Postacısı. Çalınan Poe içinde. (der. ve çev. Mukadder Erkan ve Ali Utku). İstanbul: Ketebe Yayınları.

Dunne, E. (2017). Entre Nous. Going Postcard: The Letter(s) of Jacques Derrida içinde. (ed. Vincent W.J. ve Van Gerven Oei). Santa Barbara: Punctum Books.

Elmore, R. (2017). Troubling Lines: The Process of Address ind Derrida’s The Post Card. Going Postcard: The Letter(s) of Jacques Derrida içinde. (ed. Vincent W.J. ve Van Gerven Oei). Santa Barbara: Punctum Books.

Lacan, J. (2020). Çalınan Mektup Üzerine Seminer. Çalınan Poe içinde. (der. ve çev. Mukadder Erkan ve Ali Utku). İstanbul: Ketebe Yayınları.

Lucy, N. (2012). Derrida Sözlüğü. (çev. Sabri Gürses). Ankara: BilgeSu Yayıncılık.

Recaizade Mahmut Ekrem. (2014). Araba Sevdası. (Sadeleştirerek yayına hazırlayan Fatih Altuğ). İstanbul: İletişim Yayınları.

Üst
bottom of page