top of page

Hayat Bilgeliği Kılavuzu ve Akıllı Yaşama Sanatı

  • Baltasar Gracián
  • 10 Eki
  • 13 dakikada okunur

Baltasar Gracián

İnsanın maharetinin de izze­tinin de miyarı fazilettir, kısmet değil. Varlıklar arasında bir tek fazilet kendiyle kayyumdur. Onun sayesindedir ki kişinin ha­yatında daim olur sevgi, öldükten sonra da hatırası kalır baki.


10/25 | Kitap

İspanyolca aslından çeviren

Anıl Eryılmaz & Oğuz Tecimen


ree


İspanyol yazar, din adamı ve filozof Baltasar Gracián'ın Hayat Bilgeliği Kılavuzu ve Akıllı Yaşama Sanatı kitabı yayımlandığı 17. yüzyıldan bu yana siyasetname, nasihatname, bilgelik rehberi, strateji ve başarı kılavuzu, kişisel gelişim kitabı olarak farklı farklı şekillerde okunmuştur. Aslında bunların hem hepsidir hem de hiçbiri. Kadim bilgelik kadar modern kaotikliği gözeten yapısıyla adeta bir hayatnamedir. Antikçağda özellikle Seneca ve Marcus Aurelius gibi öncülleri olan, modern çağda ise Fransız moralistlerinden sonra Schopenhauer ve Nietzsche’yle anılan Gracián, 20. yüzyılda da eserinin çağdaş çevirileriyle tekrar gündeme gelmiştir. Türkçeye İspanyolca aslından ilk kez çevrilen bu eserden seçtiğimiz otuz aforizmayı okurların ilgisine sunuyoruz. Aşağıdaki "OKURA" başlıklı paragraf, kitabın ilk baskısı için Gracián'ın hamisi ve dostu Vincencio Juan de Lastanosa tarafından yazıldığı varsayılan ama yazarı tartışmalı olan imzasız sunuş yazısıdır. Oğuz Tecimen



[OKURA]

Doğruluk ehli için kanunlara, bilgelik ehli için nasihatlere hacet yoktur; lakin iş kendini bilmeye gelince, kimse yeterli ehliyet sahibi değildir. İki şey var ki birinin mazur görülme­si, diğeri için minnettar olunması gerekir: Hayat bilgisine dair bu derlemeye Oráculo [Hayat Bilgeliği] ismi veril­di, zira hikemiyat vecizelerinden oluşması itibariyle öyle; Gracián’ın on iki eserini muhtasar halde sunuyor, her biri öyle muteber ki bunlardan El Discreto [Çelebi] İspanya’da neredeyse hiç nazarı itibara alınmamış olsa da Fransa’da rağbet görüp o dile tercüme edilerek saray erkânınca neşredilmiştir. Öyleyse bu eser bilgeler şöleninde akla adanmış bir vesika olarak, Gracián’ın sair eserlerindeki lezzetleri zevkle tatmaya hizmet eden bir hikmet ziyafeti olsun.



ree

 

 

–1–

Artık her şeyde çıta en yüksek noktadadır, bilhassa da kâmil insan olmakta. Günümüzde bir bilge vakti zamanındaki yedi bilgeden daha zor yetişir. Zira geçmişe nazaran bugünlerde tek bir insanla başa çıkmak koca bir halkla baş etmekten daha zahmetlidir.

 

–11–

Bir şeyler öğrenebileceğin insanlarla ilişki kurmak. Dostluk­ların ilim irfan mektebi olsun, sohbetlerin de kültür ve terbiye eğitimi. Dostların aynı zamanda öğretmenlerin olsun ki öğre­nimin faydalarını sohbetin keyfiyle harmanlayabilesin. Zeki ve bilgili insanlarla dostluğun hazzı karşılıklıdır; söylediklerinle takdir görürsün, dinlediklerinle tahsil görürsün. Umumiyetle ilişkilerimizi belirleyen şey menfaatlerimizdir, fakat burada asil bir çıkar ilişkisi vardır. Akıllı insan çelebi şahsiyetlerle ah­baplık eder, onların evlerinin müdavimi olur; mektebin kibir ve şatafat sarayları değil böyle ilim ve asalet sahneleri olsun. Zira bilgelikleriyle tanınan öyle kişiler vardır ki hem kendileri şahsiyetleri ve davranışları itibariyle hikmet timsalidir, hem de çevreleri adap erkân bilen seçkinler ve ilim irfan sahibi bilgin­lerden oluşur. İşte böyleleriyle ahbaplık eden, çelebilik mekte­binden mezun olur. 


–28–

Hiçbir konuda avam olmamak. Özellikle de zevk mesele­lerinde. Kitleler tarafından beğenilme ihtimalinden rahatsız olan insan ne kadar da bilgedir! Arif insan kalabalıkların alkış­larına sevinmez. Kimileri halkın beğenisini kazanmak için bu­kalemun gibi şekilden şekile girer; Apollon’un tatlı meltemleri yerine kitlelerin hoyrat böğürtülerinden keyif alır. Akıl fikir meselelerinde de asla kalabalıkların keramet atfettiği şeylere kapılma; cahillerin coşkusu saman alevi gibidir. Çoğunluğun hayran kaldığı boş şeylere kapılıp aptalca mutlu olmaktansa, azınlıkta kalıp abdalca mutsuz olmak evladır.

 

–33–

Nefs terbiyesi. Başkalarına “hayır” diyebilmek hayatta öğrenil­mesi gereken önemli bir dersse şayet, daha da mühimdir nefsine “hayır” demeyi öğrenmek; hem işlerinde hem de ilişkilerinde. İnsanın değerli vaktini kemiren lüzumsuz işler vardır, bunlarla uğraşmak hiçbir şey yapmamaktan beterdir. Akıllı kişi insanla­rın işine karışmamakla kalmaz, insanları işine karıştırmamayı da bilir. Başkalarıyla iyi geçinmek için kendinle ilişkinden taviz verme. Dostlarınla yakınlığını suistimal etme ve verebilecekle­rinden fazlasını isteme. Aşırıya kaçan her şey kötüdür, özellikle de başkalarıyla ilişkilerde. Her şey makul düzeyde ve ölçülü olduğunda, ilişkilerde samimiyet ile hürmeti bir arada tutmak mümkündür, o pek kıymetli karşılıklı nezaket de ancak bu şe­kilde zamanın gadrine uğramaz. Öyleyse nefsin hevalarından azade ol, seçkin zevklere amade ol, zevkiselim hissine ters dü­şen şeylere de bigâne ol.

 

–48–

Kâmil insanın ölçütü derinliktir. Her şeyde dışarıdan zi­yade içeriyi gözetmek gerekir. Kimisi kaynak tükendiği için tamamlanamamış inşaatlar gibi cepheden ibarettir; kapısı sa­raya, içerisi barakaya benzer. Bu insanların evinde kalacak yer yoktur, zira kendileri bile içlerinde kalacak yeri zor bulur: Şöyle bir hoşbeşten sonra sohbet tükenir. Hal hatır faslını aygır gibi dört nala geçtikten sonra kukumav gibi dururlar, zira çeneleri çalışmayınca kafaları da çalışmaz. Kendileri gibi yüzeysel kişi­leri kolayca kandırabilirler, ama arif insan görür onların içini ve yutmaz hariçten okunan gazeli.


ree

 

–54–

Aklı yürekle tamamlamak. Ölü aslanın yelesini korkak tav­şanlar bile çekiştirir. Yürek işleri şakaya gelmez; bir kere teslim olan, ikinci sefer de teslim olmak zorunda kalır ve bu böyle sü­rer gider. Aynı müşkülat er geç yine karşına çıkar, daha baştan altedersen bir daha sırtın yere gelmez. Ruhun taşıdığı cesaret bedenin taşıdığı cesaretten üstündür; zira cesaret kılıca benzer, ruhtayken aklın kınında durur ve eşref saatinde harekete geçer. Kâmil insan kendini böyle korur. Ruhtaki zaaflar vücuttaki za­aflardan daha çok maraza yol açar. Üstün yetenekli nice insan yüreğin verdiği dirilikten yoksun olduğundan yaşayan ölüler gibidir ve kendi rehavetinin mezarına gömülmüştür. Tabiatın hikmeti odur ki arı tatlı balıyla şifa da verir, yakıcı iğnesiyle acı da. Nasıl ki vücut hem kastan hem kemikten oluşuyorsa, kasları tutan kemikler eksik olmasın ruhunda.

 

–65–

Zevkiselim erbabı olmak. Tıpkı aklın kendisi gibi zevkler de terbiye edilebilir. Dirayetin hası biler iradeyle beraber iştahı, sonra da hakkınca çıkarır zevklerin tadını. Değme zevkler de­rin bir hayat tecrübesine delalettir. Kolay kolay tatmin olmaz ruhu enginleşmiş kişi. Nasıl ki iştahlı kişiye büyük lokma ge­rekse, haşmetli zatlara da haşmetli mevzular gerek. Zevkiselim erbabı karşısında cesaret timsalleri bile huşu duyar, özgüven timsalleri bile kendinden şüphe duyar. Mükemmelliğe nadiren rastlanır, öyleyse takdirde tasarruflu ol. Zevkler sohbet mu­habbetle gelişir ve sürekli kullanıldıkça payidar kalır; büyük şanstır zevki kemale ermiş zatlardan feyiz alma fırsatı bulmak. Gelgelelim her şeye burun kıvırmayı da âdet edinme; ahmaklı­ğın had safhasıdır bu, hele de esbabı mucibesi gün görmüşlük değil de züppelikse iyice ikrah uyandırır. Kimisi de öyle müş­külpesenttir ki Tanrı her şeyi yeni baştan onun gönlüne göre yaratsa ancak öyle itminana kavuşur.

 

–77–

Herkesle geçinmeyi bilmek. Aklıselimin Proteus’u olan kişi âlim ile âlim, evliya ile evliya olur. Herkesin gönlünü fethet­menin püf noktası budur, zira muhabbet benzerlikten doğar. Her kişinin karakterini gözlemle ve kendini ona göre ayarla. Karşındaki ister ağırbaşlı olsun ister şen şakrak, cereyanı takip ederek ilişkiyi diplomat misali idare et. Bu bilhassa da başka­sının emrinde çalışanlar için elzemdir. Bu maharet engin bir hayat bilgeliği sermayesine dayanır; yani ancak aklı ilimle, ka­rakteri zevkiselimle şekillenmiş âlemşümul insanın harcıdır.

 

–84–

Düşmanlardan istifade edebilmek. Her şeyi nasıl ele alacağı­nı bil: Bıçağından tuttun mu yaralanırsın, kabzasından tuttun mu kendini savunursun. Bilhassa da hasımlarından öğrenme­de böyledir bu. Akıllı insan dostundan ziyade düşmanından faydalanır, ahmak ise sadece dostundan. İyilerin yardımıyla aşamadığın dağları geçmenin yolunu bazen kötülerin fendi sayesinde bulursun. Nice insan vardır ki kötü emsaller hase­biyle kendini geliştirip şahsını yüceltmiştir. Dostun dalkavuk­luğundansa düşmanın azılı nefreti evladır, zira dostun rikkatle gizlediği zafiyetlere düşman cezaletle deva olur. Aklıselim kem gözleri aynaya çevirir. O ayna ki gerçeği sevgiden daha iyi gös­terir, kusurları azaltmanı ve düzeltmeni sağlar. Hasmına gıpta edip kendine dersler çıkarmak büyük bir tevazu ister.

 

–94–

Sermayeyi müphem bırakmak. Akıllı insan şayet muteber ol­mak istiyorsa, bilgisinin ve becerilerinin derinliklerini kimseye açık etmez. Tanışlık payı verir ama cidarı göstermez. Marifeti­nin sınırlarını kimse bilmez; zira aksi takdirde başkalarının na­zarında cazibeyi kaybetme tehlikesi baş gösterir. Şahsına dair her şeye ulaşmalarına izin verme; zira ne kadar büyük olursa olsun kişinin sermayesi, bu sermayenin ispatından değil ona dair kanılardan ve şüphelerden doğar en büyük hürmet.

 

–100–

Arif insan: Ulemanın bilgesi, hükemanın çelebisidir. Ama bunu pek çaktırmamak, hele de bununla caka satmamak icap eder. Felsefe her ne kadar bilgeliğin soylu yolu olsa da günümüzde rağbet görmüyor. Hayat bilgeliği ilminin vakti zamanındaki itibarı yok artık. Seneca tarafından Roma’ya ta­nıtılmış ve asiller arasında bir müddet muhafaza edilmiştir, fakat günümüzde miadı dolmuş addedilmektedir. Gelgelelim zamane olmayan irfan daima basiretin besini, faziletin füsunu olmuştur.

ree

 

–111–

Dost edinmek. Dost, insanın öteki varlığıdır. Dostlar hem halden anlar hem de akla dirayet katar. Dost meclisinden nice hayırlar çıkar. İnsanın kıymeti teveccüh gördüğü kadardır; is­tiyorsan takdir görmek, gönülleri kazan ki dillerden de taşsın kadir kıymet. Hiçbir tılsım yoktur ki dost himmeti kadar kud­retli olsun, zira yardımı bol olanın yârânı da bol olur. İnsanın kadri kıymeti başkalarına bağlıdır. Hayatta dostlar kadar düş­manlar da vardır. Her gün biriyle muhabbet kur ki yoldaşın olmasa da gönüldaşın olsun; efradını cami kıl ki ağyarının da gönlü kaysın.

 

–120–

Akıllı yaşama sanatı. Bilgeliğe agâh olan onu yaşamayı da bi­lir, şartlar müsait olmadığında cühelanın suyuna gitmeyi de. Fikirler de zevkler de çağa intibak etmelidir: Fikirlerde eski kafalı olma, zevklerde zamaneyi kolla. Her meselede çoğunlu­ğun zevki ve hükmü belirleyicidir. Bunları iyi takip et ki yük­sek mevkilere terfi et. Akil insan eskiye rağbet etse dahi yeni­ye ayak uydurur, ruhu da bedeni de zamaneye icabet eder. Bu kaidenin tek istisnası ahlaktır, zira erdemli olmak zamandan varestedir. Lakin günümüzde doğruluk ve mertlik köhnemiş, nisyana terk edilmiştir. Sanki mazide kalmıştır iyi insanlar: Sevgiyle yâd edilseler de pek ortalıkta gözükmezler. Hasbel­kader böyle zatlar çıksa da kimse onlara imrenmez. Heyhat, bu ne bedbaht bir asırdır ki iyilik gurbetlik olmuş, kötülüğün ise bini bir para! Öyleyse hak çelebim, gönlünce olmasa da sen bildiğin gibi yaşa. Kısmetinden düşenden ziyade kısmetine dü­şene kadir kıymet bağışla.

 

–133–

Cümle âlemle deli olmak tek başına akıllı olmaktan evladır, der siyaset ricali. Zaten herkes deliyse, sen de araya kaynarsın; oysa akıllılıkta yalnızsan, deli yaftası yersin. Bu yüzden önem­lidir ahval ve şeraite intibak etmek. Büyük bilgeliktir bazen bilmemek, bilsen de bilmezden gelmek. İnsanlar ekseriyetle cahildir fakat onlarsız yaşamak da mümkün değildir. Yalnız yaşamak ya tanrılara ya da hayvanlara mahsustur. O halde tas­hih edeyim baştaki sözü: Cümle âlemle akıllı olmak tek başına deli olmaktan evladır. Yoksa kendi dünyasının kralı bir hayal­perest olur çıkar insan.

 

–140–

Her şeyde güzeli görmek. Zevkiselim nişanesidir. Nasıl ki arı bal için yöneliyorsa tatlı olana, yılan da zehir için yönelir acı olana. Zevkler de böyledir işte; bazısı iyiye meyleder, bazı­sı da kötüye. Hiçbir şey yoktur ki içinde bir güzellik olmasın, bilhassa da fikir mahsulü kitaplarda. Ama mayası bozuk öyle insanlar vardır ki binlerce iyi haslet arasından bulur tek kusuru cımbızla, övünür durur ifşa ettiği ayıpla. Başkalarında bulunan çeri çöpü toplar, kabahatlerin çetelesini tutar: Ruhlarda ve zi­hinlerde gezinen tanzifat amelesidir o; keskin aklının sefasını sürmektense kekre ruhunun cefasını çeker. Ömrü mutsuzlukla geçer; zira daima kin doludur içi, kusurlarla semirmekten baş­ka yoktur işi. Ne mutlu güzeli görmeyi bilene! O ki bulur bin kusur arasında hasbelkader çiçek açmış o iyi hasleti.

ree

–158–

Dostluk sanatı. Akıllı yaşama sanatı nasılsa bu da öyledir. Bazısını gözden ırak tutmak, bazısını da yanıbaşından ayır­mamak icap eder; öyle ya, sohbeti çekilmeyen bir dost iyi bir mektup arkadaşı olabilir bazen. Kusur vardır, yakından bakın­ca edilmez tahammül; fakat araya mesafe koyunca görmez göz, katlanır gönül. Lakin muhabbet sırf keyfe değil menfaate de hizmet etmelidir. Gerçek varlıklara müşterek ideaların timsa­li olmalıdır dostluk; yani birlik, iyilik ve doğruluk olmalıdır mayasında. Pek azı can yoldaşın olacak kadar kıymetlidir, ki seçmesini bilmeyen kıymetini de bilmez. Dost edinmekten de mühimi, dostluğu muhafaza edebilmektir. Öyleyse sağ­lam olanlara meylet ki gönül rahatlığıyla ahbaplık kurabilesin ve bunların zamanla baki dostluğa dönüşeceğinden müsterih olabilesin. Dostun âlâsı şüphesiz ki yıllanmış olandır, ama bu­nun için aynı tastan çok su içmek gerekir. Kurak bir çöl gibidir dostsuz hayat. Dostluktur hayatın nimetlerini çoğaltan, dert­lerini azaltan. Bahtsızlığa derman olur, gönüle ferahlık verir.

 

–166–

İş erbabı ile laf erbabını tefrik etmek. Epey mühimdir bu ayrım; nasıl ki dostlarının senin şahsına mı yoksa makamına mı teveccüh ettiğini ayırabilmek önemliyse, bu da öyledir. Az laftan çok iş çıkmıyorsa, bu fena; ama daha fenası, çok laftan hiç iş çıkmamasıdır. En nihayetinde hava cıvadır söz dediğin, lafla peynir gemisi yürümez. Boş nezaket de karın doyurmaz, zira düzenbazlığın kibarcasıdır. Göz boyar böyleleri; avlaya­cakları kuşun gözüne ışık tutarlar. Boş gururlular boş laflar satar; ama âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz, görünür rütbe-i aklı eserinde. Meyve vermiyorsa ağaç, sırf yaprağıyla örtüyorsa, bil ki boştur içi. Ağaç vardır, köyü doyurur; ağaç vardır, ancak gölgesinde yatılır. İki türlüsünü de bilmek gerek.

 

–175–

Esaslı insan. Esaslı olanın esassız olanla işi olmaz. Ne mutsuz izzetli görünüp de içi boş olana! Kimisi vardır, büyük adam olmuştur ama adam olamamıştır: Bunlar ki kuruntularla yatıp kalkar, habire dalavere peydahlar. Bir de yancıları vardır bun­ların; hakikatin muhkemliğindense yalanın müphemliğini se­verler, zira yalan umut vadeder, hakikatse gerçeği vazeder. Ama en nihayetinde hevesleri kursaklarında kalır bunların, çünkü boş temeller üzerine saraylar kurarlar. Hakiki itibar ancak ha­kikatten doğar ve temeli sağlam olmayanın ikbali de sağlam olmaz. Bir yalanı sürdürmek için bin yalan gerekir; böyle böyle kurulan kuleyle arşa çıkılır çıkılmasına ama kulenin altı boş olduğundan önü sonu arza çöker: Asılsız sözün ömrü kısadır. Vaatlerin çok olduğu yerde şüpheye de yer çoktur; öyle ya, isti­nat bolsa mesnet boştur.

 

–188–

Sitayiş erbabı olmak. Zevkiselim nişanesidir bu, layık olana hakkını teslim etmeyi bildiğini gösterir. Zira ancak maharet­ten anlayan kişi hakkınca takdir edebilir mahareti. Böylesi hem muhabbeti besler hem ünsiyeti; hayırlı sözlerle hayırlara vesile olur. İşinin ehli olanlara teveccüh göstermektir yol erkân bilenin alameti farikası. Lakin kimisi de vardır ki tek bildiği ayıplamaktır; karşısındakine iltifatı ancak başkasını tahkiratı pahasınadır. Alıklarda iyi işler bu numara, bilmezler ki vicahen methettiğini de gıyaben zemmeder o. Kimisi de mazidekile­ri kıymetten düşürerek bugünküleri kıymete bindirmeyi âdet edinmiştir. Fakat basiretli insan böyle yaltaklanmalara kan­maz: Ne tongaya düşer ayarsız yergiyle, ne de koltukları ka­barır abartılı övgüyle. Bilir ki böyle konuşanlar yanardönerdir meşrebinde, nabza göre şerbet verir her gittiği yerde.

 

–198–

Tebdili mekânın hikmeti. Bazı ülkeler vardır, insan ancak terki diyar eyleyip oralara göçünce bulur neşvünema; bilhassa yüksek makamlardakiler. Yüce şahsiyetler üvey evlat muamelesi görür anayurtlarında, onlara karşı haset hüküm sürer doğdukları top­raklarda: Hamken düştüğün zillet hatırlanır da, pişince ulaştığın izzet görülmez asla. Bazen bir toplu iğne bile takdire şayan olabilir dünyanın öbür ucunda; bir cam parçası da elmastan çok kıymete binebilir tebdili mekânla. Yabancı olan kıymet görür, kâh egzotik diyarlardan geldiğinden kâh hazır ve tamamlanmış haliyle görüldüğünden. Kimisi vardır ki kendi mahallesinde alay konusuyken gider yedi cihanda itibar kazanır; hemşerileri uzak­tan gördükleri için takdir eder onu, yabancılar ise uzaktan geldi­ği için. Nasıl kutsiyet atfetsin insan mihraptaki heykele, evvelce onu bahçede kütük olarak gördüyse.

 

–206–

Bayağılardan kaçış yoktur; en kültürlü şehirlerde hatta en müstesna ailelerde bile vardır. Herkesin çevresinde vardır bun­lardan. Gelgelelim bayağılık vardır, bir de cilalı bayağılık, ki bu daha fenadır; bu zevat avamdakiyle aynı özellikleri taşır, kırık ayna parçaları gibi her şeyi çarpık yansıtır, üstelik daha önyar­gılıdır; her konuda aptal aptal konuşur, herkesi küstahça eleş­tirir. Cehaletin müridi, gabavetin meseni, gıybetin müttefikidir o. Dediklerine kulak asma; düşündüklerine ise asla. Gözünden tanıyıp uzak durmak gerekir böylesinden; yoksa ya ağına dü­şersin ya diline. Mayasında amiyanelik vardır her türlü ahmak­lığın ve tevekkeli değildir ahmaklardan oluşması avamın.


ree

 

–214–

Bir aptallık etmişsen, bari üzerine tüy dikme. İnsan ge­nelde bir aptallığı telafi edeyim derken nice aptallık eder. Bir densizliğe daha büyük başka bir densizlikle mazeret bulmaya çalışanlar ya sahtekârdır ya andaval; kaş yapayım derken göz çıkarır onlar. Yanlış davaya baş koymaktan fenası o davada inat etmektir; hatadan dönmeyi bilmeyince yanlışlar üst üste biner. Taksiratın diyetini ödemeyen, gani gani vergisini öder. Büyük bilgeler bile gaflete düşer elbet, ama aynı gafı iki kere işlemez­ler; devirdikleri çamı kayık değil kürek yaparlar.

 

–229–

Hayatı bilgece planlamak: Geldiği gibi değil kurduğun ve seç­tiğin gibi yaşa. Pek zahmetlidir molasız hayat; seyahat uzunsa, ara verip hanlarda konakla. Bilgide çeşitlilik mutlu kılar hayatı. Hayatının baharını ölülerden feyizlenerek geçir: Bilmek için doğmuşuz, bilhassa kendimizi bilmek için; kâmil insan olma yolunda en hakiki mürşit kitaplardır. Hayatının yazını yaşa­yanlarla geçir; gez gör dünyadaki binbir türlü güzelliği. Ne tek bir insanda bulabilirsin her aradığını ne de tek bir memleket­te: Yaradan dünyanın dört bir yanına pay etmiştir inayetini; ki bazen en çirkine nasip eder en büyük nimetleri. Hayatının sonbaharını ise yalnızca kendinle geçir: Nihai mutluluk felse­fededir.

 

–232–

Biraz da işbilir olmak: Her şeyi kafada evirip çevirmekle ya­şanmaz hayat, harekete geçmeyi de bilmek gerek. Âlimleri kandırmak kolaydır; zira fevkalade bilgilere vâkıf olsalar bile, bigâne kalırlar hayatın alelade ama kıymetli veçhelerine. Yüce şeylere kafa yormaktan sıra gelmez kollarını sıvamaya, bilmezler hayatta herkesin bilmesi gereken elzem ve zaruri şeyleri: Halbuki elinden iyi iş gelen mazhar olur çevresinin takdirine, gelmeyen ise maruz kalır cahil cühelanın tahkirine. Öyleyse bil­gelik yolunda bir miktar da bezirgân olmak gerek; en azından enayi yerine konmayacak veya kepaze olmayacak kadar. Elinden iş gelen biri ol, geri kalma hamaratlıktan; hayattaki en yüce şey olmasa da en elzemidir bu. Hem eyleme dökülmeyen bilginin kime hayrı olur ki? Yaşamayı bilmektir gerçek hayat bilgeliği.

 

–245–

Akıl mantık meselelerinde bazen de umumiyete karşı fer­diyeti benimsemek. Kişinin akli sermayesinin üstünlüğüne delalettir bu. Sana hiç karşı çıkmayan kişiye itimat etme; seni değil kendini sevdiğinden böyle davranır. İltifat gelen yerde bil ki menfaat vardır; baştan hiç prim verme. Tevatüre malzeme ol­mak şeref madalyasıdır bazen; bilhassa da iyi insanlar hakkında ileri geri konuşan birinden çıkmışsa. Her işin herkesin hoşuna gidiyorsa işkillenmek gerek: Harcıâlem işe delalettir herkesçe beğenilmek, zira herkesin harcı değildir mükemmeliyet.

 

–252–

Ne tamamen hodkâm, ne de tamamen diğerkâm. İlki baş­kasına zulüm olur, ikincisi kendine. Her şeyin kendisine göre olmasını isteyen, her şey kendisinin olsun ister. Hiçbir şeyden taviz vermez, kimse için rahatını bozmaz. Kimseye eyvallahı olmaz, “Talih nasılsa benden yana” diye düşünür; ama genelde boşa çıkar bu güveni. Bazen başkalarından yana olmak gerekir ki yeri gelince onlar da senden yana olsun. Kamu makamın­da olanlar kamu hizmetkârı olmalı; makamın ekmeğini yiyen, makamın ekmeğini yedirmekle de mükelleftir. Öte yandan ki­misi de sırf başkaları için yaşar; aptallığına da doymaz, bed­bahtlığına da. Ayırmaz kendine tek bir gün, hatta tek bir saat bile; biteviye başkalarını gözetmekten kul köle olur elâleme. Aklı da sadece kendinden gayrıya çalışır; herkese neyin iyi gel­diğini bilir ama kendine bigâne kalır. Gelgelelim akıllı insan bilir ki kimse kimseyi haddizatında önemsemez; ya senden ya da senin üzerinden elde edecekleri menfaati gözetir insanlar.


ree

 

–269–

Yeniyken yeni olmanın hayrını görmeye bak, zira yeni ol­duğu için rağbet edilenin itibarı eskiyene kadar sürer. Herkes sever yeni olanı çünkü hayata renk katar. Dimağa ferahlık ve­rir yenilikler; vasat ama yepyeni şeyler çok daha fazla rağbet görür muazzam ama mutat şeylerden. Zamanla cazibesini kaybeder ve kanıksanır güzellikler, fakat unutma ki yeniliğin ihtişamı da kısa sürer; hayranlığın sönüp gitmesine üç beş gün yeter. Öyleyse bilmek gerek hayranlığın meyvesini tazeyken toplamayı; gelip geçici rağbetten akıl kârınca faydalanmayı. Zira ne zaman ki yeniliğin heyecanı geçer ve coşkunun hara­reti söner, yeniye duyulan hayranlığın yerine alışılmışa duyu­lan bıkkınlık geçer. Öyle ya, her şeyin bir mevsimi vardır ve mevsimlerle birlikte onlar da geçer gider.

 

–276–

Tabiatımızdaki değişimleri hünerle yönlendirip karakteri­mizi yenilemeyi bilmek. Derler ki insan yedi yılda bir değişir; öyleyse dimağımızın selameti ve tekamülü yönünde olsun bu değişim. Nasıl ki akıl yetisini kazanıyorsak hayatımızın ilk yedi yılında, yeni bir maharetle donatalım kendimizi her yeni çağımızda. Bünyemizdeki doğal değişimleri iyi gözlemleyip iyiye yönlendirelim ve aynısını başkalarında da teşvik edelim. Zira bundandır pek çok insanın halinin tavrının değişmesi, aynı zamanda kâh mevkilerinin kâh mesleklerinin değişmesi; insan bazen farkına varmaz kendindeki değişimin, ne zaman ki bıçak kemiğe dayanır, ancak o zaman anlar. İnsan yirmisinde tavus­kuşu, otuzunda aslan, kırkında deve, ellisinde yılan, altmışında köpek, yetmişinde maymun, sekseninde ise hiç olur.

 

–284–

Başkasının işine burnunu sokma, yoksa alırsın ağzının payı­nı. Saygı görmek istiyorsan önce kendine saygı duymayı öğren. Boca etme varlığını, tasarruflu kullan. Talep varsa devreye gir, yoksa hoş karşılanmazsın. Çağrılmadığın yere gitme, kovul­madığın yeri terk etme. Üstüne vazife olmadan arabuluculuğa kalkışma; beceremezsen birbirlerinden ziyade sana bilenirler, üstesinden gelirsen de bir teşekkürü çok görürler. Rezil olmaya mahkûmdur her işe burnunu sokan kel kâhyalar; utanmazca araya girdiklerinden, utanç içinde aradan çıkarılırlar.

 

–295–

Yiğitlik başka, hamaset başka. Ne kadar tafra satıyorsa kişi, gerçekte o kadar azdır işi. Böyleleri konuşurlar nalına mıhına, atıp tutarlar şuursuzca: Bukalemun gibi yanardönerdirler, alkış peşinde koşarken cümle âleme maskara olurlar. Boş gurur asap bozar bozmasına ama bu durumda alaya alınır anca. Bunlar hamaset mavalları okuyarak şan şeref dilenir, karıncanın bile tenezzül etmeyeceği ufacık şeylerden kendine kahramanlık pa­yesi çıkarır. Oysa marifetin hasında tantanaya lüzum olmaz. İşine bakar insan, hikâyesini anlatmayı başkalarına bırakır. Yi­ğitliğin yeri meydandır, yiğitlik satmanın yeriyse pazar. Kalem ehline para yedirip hamaset edebiyatı yapanlar da ancak çamu­ra batar, akla mantığa da zül getirirler mertliğe de. Hakikaten kahraman olmak isteyen, ne kahramanlık taslamaya ihtiyaç duyar ne koçaklamaya.

 

–300–

Hâsılı: Aziz ol. Burada söylenen her şeyin özeti budur. Fazilet tüm meziyetleri birbirine bağlayan zincirdir; mutluluğun mih­veridir. İnsanı basiretli, ferasetli, gözü açık, aklı başında, bil­ge, yürekli, ihtiyatlı, dürüst, bahtiyar, muteber kılar ve gerçek bir âlemşümul çelebi yapar. Saadetin formülü üç A’dır: Aziz, Akıllı ve Arif olmak. Şayet bir dünyaysa insan, güneşi fazilet, ayı vicdan olsun. Ne mutlu böyle insana: Tanrı’nın inayeti de insanların muhabbeti de onun üzerinedir. Dünyada sevgiye en layık şey hasenattır, nefrete en layık şey ise seyyiattır. Fazilettir tek hakikat; gayrısı cümle boştur. İnsanın maharetinin de izze­tinin de miyarı fazilettir, kısmet değil. Varlıklar arasında bir tek fazilet kendiyle kayyumdur. Onun sayesindedir ki kişinin ha­yatında daim olur sevgi, öldükten sonra da hatırası kalır baki.

 

 

Kaynak: Baltasar Gracián, Hayat Bilgeliği Kılavuzu ve Akıllı Yaşama Sanatı, İspanyolca aslından çeviren Anıl Eryılmaz & Oğuz Tecimen, Koridor, Temmuz 2025.




Üst
bottom of page