Punctum Dergi
Platformlar, kızgın olduğumuzda içerik üretmek için daha fazla zaman harcadığımızı, bulut sermayesi sahipleri için ücretsiz bulut sermayesi ürettiğimizi keşfetti. Yani algoritmalar konuşmalarımızı zehirlemeye hazır. Bu demokrasilerimiz için son derece zararlı çünkü fikir birliği bulut sermayesi için sahiden kötü. Bunu istemiyor.
12/24 | Söyleşi
Yanis Varoufakis ile yeni kitabı
Tekno-feodalizm: Kapitalizmi Ne Öldürdü üzerine söyleşi
Giriş
Tekno-feodalizm tartışması bir süredir gündemde. Nick Srnicek’in 2016 tarihli “Platform Capitalism” adlı kitabından sonra özellikle Fransız ekonomist Cédric Durand’ın 2020 tarihli kitabı “Tekno-feodalizm: Dijital Ekonominin Eleştirisi”nde yaptığı analizler, kapitalizm sonrası yeni bir aşamaya geçildiği savı ile hâlâ düpedüz kapitalizmle yaşadığımız iddiasını karşı karşıya getirdi. Tekno-feodalizm basitçe, modern teknolojik gelişmelerin ve dijital ekonominin, feodalizm benzeri bir toplumsal yapı oluşturduğunu, kullanıcıların dijital davranışlarını sürekli izleyen ve elde ettiği devasa miktarda veriyle onların arzularını biçimlendiren ileri teknoloji şirketlerinin ve platformların, kullanıcılar ve çalışanlar üzerinde büyük bir kontrol ve hâkimiyet kurarak, onları bir nevi dijital "serfler" haline getirdiğini ifade eder.
Durand’ın silikon vadisi mutâbakatının soyağacı ile başlayıp, onu zayıflatan beş paradoksu sunduğu kitabına göre 2020'lerin başında, silikon vâdisi mutâbakatı çöktü, tekeller geri döndü, özneler tamamen platformlara bağımlı halde geldi, ekonomik ve politik kavramlar arasındaki ayrım bulanıklaştı, kısacası dünyânın dijitalleşmesi büyük bir gerilemeye yol açtı. Çünkü (Google, Apple, Facebook, Amazon, Tesla), yüksek teknoloji şirketlerinin, veri kaynakları üzerinde kontrol elde etmek amacıyla, siberuzayı ele geçirmek için rekâbet ediyorlar. Hepsi dijital toprağı ele geçirmeye çalışıyor ama ortaya çıkan ekonomik düzen, yatırımla işleyen bir model yerine, üretimi terk edip ranta yönelen bir yırtıcılığı dayatıyor. Bu da durgunluğa ve eşitsizliğin şiddetlenmesine sebep oluyor.
Yunanistan'ın eski maliye bakanı Yanis Varoufakis ise teknoloji meraklısı babasına bir mektup olarak yazdığı bu on yedinci kitabında, 1960'lardaki reklam patlamasından 1980'lerdeki Wall Street'e, 2008 mali krizine ve pandemiye kadar kapitalizmin evrimini anlattıktan sonra bunu bir adım öteye taşıyarak, bulut teknolojisinin ortaya çıkışıyla birlikte geleneksel kapitalist pazarın geride kaldığını, Apple, Facebook ve Amazon ve Meta gibi şirketlerin kullanıcılarına modern zaman serfleri gibi davrandığını savunuyor: Teknoloji devleri birer lord, geri kalan herkes ise karşılığında pek bir şey almadan topraklarında çalışan birer köylü âdeta.
Varoufakis'e göre, eski adı Twitter olan X’te her paylaşım yaptığınızda, aslında Elon Musk'ın malikanesinde bir ortaçağ kölesi gibi çalışıyorsunuz. Musk size ödeme yapmıyor. Ancak sizin bedava emeğiniz, bir anlamda şirketinin değerini yükselterek ona para kazandırıyor. X'te ne kadar çok aktif kullanıcı varsa, o kadar çok kişiye reklam gösterilebilir veya abonelik satılabilir.
Kapitalist düzenin feodaliteyle karşılaştırılması yeni değil. Ancak bu fikri daha geniş kitlelere tanıtmaya çalışan kitabın tam da ABD ve Avrupa Birliği'nde mevzuatı düzenleyenlerin Apple'a karşı eşzamanlı antiterörist eylemleri başlatmasından bir ay önce ABD'de piyasaya sürülmesi manidar.
***
WIRED: Bu kelime, tekno-feodalizm, ne anlama geliyor? Feodal sistemin bununla ilgisi nedir?
Yanis Varoufakis: Kâr kapitalizmi, rant feodalizmi yönlendirir. Şimdi bir sistemden diğerine geçtik çünkü bu yeni süper-kandırıcı, ileri teknolojiye dayalı sermaye biçimi: bulut sermayesi, algoritmik sermaye. Eğer haklıysam, bu amazon.com gibi, Airbnb gibi yeni dijital derebeylikler yaratıyor, zenginlik çıkarmanın ana biçimi kâr değil rant.
Apple Store'u ele alalım. Bir uygulama üretiyorsunuz, Apple [komisyon ücreti yoluyla] kârınızın yüzde 30'unu kesebilir. Bu bir kira. Bir toprak kirası gibi. Biraz Apple Store'un bir derebeylik olması gibi bir şey. Bu bir bulut tımarı ve Apple aynen feodalizmde olduğu gibi bir kira alıyor. Yani benim iddiam kapitalizmden feodalizme geri döndüğümüz yönünde değil. Benim iddiam, feodalizmin pek çok özelliğine sahip, ancak kapitalizmin bir adım ötesinde olan yeni bir sisteme doğru ilerlediğimizdir. Buna işaret etmek için tekno kelimesini ekledim.
Bu dijital derebeyliklerden bahsederken, Apple, App Store veya Amazon gibi satışlardan pay alan platformlar açısından bu fikri anlamak daha kolay. Ancak Facebook gibi diğer platformları da bu dijital tımarları işletmekle itham edebilir misiniz?
Facebook klasik bir bulut tımarıdır. Sizin için, benim için, birbirleriyle iletişim kurmak isteyen diğer insanlar için -arkadaş bulmak, görüşlerini ya da köpekleri ya da kedileriyle ilgili haberleri paylaşmak- cazip olan bir bulut sermayesi yaratıyor. Böylece siz bu tımarın içine çekildiniz ve Zuckerberg için bir sonraki adım, kullanıcıların ilgisini onlara satmak için yayıncıları ve reklamcıları da aynı tımarın içine çekmek oldu. Ve hemen ardından, Cory Doctorow'un enshittification/ boktanlaştırma kavramıyla çok güzel bir şekilde tanımladığı gibi, bir yayıncısınız, Facebook aracılığıyla satışlarınız arttığı için kendinizi harika hissediyorsunuz ve sonra birdenbire seviyenizin düşürüldüğünü görüyorsunuz. Ve sonra yeniden yükseltilmek için daha yüksek bir bulut kirası ödemeniz gerekiyor [örneğin müşterilerin ürününüzü bulması için reklamlara ödeme yapmak]. Bu tipik bir bulut kapitalizmidir ve teknofeodalizm üretir.
Metninizden tekno-feodalizmin üç grup insanı etkilediğini anlıyorum. Etkilenenleri böyle gruplara indirgeyebilir miyiz?
Evet, onlara isim verdim. Alibaba veya Amazon.com'da satılan elektrikli bisikletleri üreten şirket, bu bir vasal kapitalisttir. Bu şirketin kâr marjının çoğuna Jeff Bezos [Amazon'un kurucusu ve icra kurulu başkanı] tarafından bulut kirası olarak el konuyor.
İkincisi, bulut işçileri ya da bulut proleterleri. Amazon depolarında algoritmalar tarafından izlenen işçilere bakın.
Üçüncüsü ise sen ve ben. Ben bize bulut serfleri diyorum. Çünkü serflerle olan paralelliğimiz, gönüllü biçimde bedava emek vermemizdir. Bundan zevk alıp almadığımız önemli değil. Tiktok'a, Facebook'a, Instagram'a her video yüklediğinizde, bu şirketlerin sermaye stokuna katkıda bulunuyorsunuz. Doğrudan emeğimizle, hareketimizle ya da varlığımızla katkıda bulunuyoruz. Bu şekilde serfiz, ama serften daha fazlasıyız, sermaye üreten bulut serfleriyiz. Ve bu dünya tarihinde hiç yaşanmadı.
Apple gibi bir şirket, App Store'un, bir derebeylikten ziyade, şirketlerin mağazalarını binanın sahibinden kiralamak zorunda olduğu bir alışveriş merkezi gibi yapılandığını iddia edebilir. Tekno-feodalizmin alışveriş merkezi dinamiğinden farkı nedir?
Valla, büyük fark var hem de. Diyelim ki ikimiz bir moda markasıyla işbirliği yapıyoruz. Alışveriş merkezine gidiyoruz ve bir dükkân kiralıyoruz, kira sabit. Satışlarımızla orantılı değil. Ne kadar para kazanırsak, fiyat-kira marjımız o kadar yüksek olur. Apple Store'da tüm satışların yüzde 30'unu alıyorlar. Bu hiç de aynı şey değil. Bu, feodal lordun vasal kapitalistlerden aldığı toprak kirasına eşdeğerdir.
Bulut kapitalizmini kapitalizmden daha kötü bir ekonomik sistem yapan şey nedir?
İlk husus makroekonomik açıdan... Bulut rantı şeklinde bu denli büyük miktarda para çektiğinizde, bu para döngüsel gelir akışından kaybolur. Hesaplamalarıma göre, gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 35 ila 40'ı bulut rantı tarafından döngüsel gelir akışından çekiliyor, bu da ekonomide daha az para kaldığı anlamına geliyor. Yatırımlar düşük ki bu da ekonominin geri kalanında kaliteli ve iyi işin azaldığı anlamına geliyor.
İkinci neden ise bu bulut sermayesinin bizim dikkatimiz ve özgür emeğimiz aracılığıyla kendini yeniden üretmek üzere tasarlanmış olmasıdır. Platformlar, kızgın olduğumuzda içerik üretmek için daha fazla zaman harcadığımızı, bulut sermayesi sahipleri için ücretsiz bulut sermayesi ürettiğimizi keşfetti. Yani algoritmalar konuşmalarımızı zehirlemeye hazır. Bu demokrasilerimiz için son derece zararlı çünkü fikir birliği bulut sermayesi için sahiden kötü. Bunu istemiyor. Sizin ve benim kızgın olmamızı ve birbirimize bağırmamızı istiyor.
Şimdi, bir profesör olarak, bu durumun İngiltere'deki, Avustralya'daki, burada Yunanistan'daki ve Amerika'daki üniversitelerde çocuklara yansımalarını fark ettim. Bugün öğrencilerin yüz yüze konuşmaktan çok korktuklarını görüyorum. Güvenli bir alan istiyorlar. Sınıfta onlara meydan okuyan fikirlerin sunulmasını istemiyorlar. Protesto ediyorlar, herhangi bir konuda onları üzen bir şey söylerseniz sizi üniversiteden attırıyorlar. Ama onlara bir telefon verin ve zehirli, vahşi hale gelsinler. Oysa bu demokrasiyi ya da medeni toplumu yönetmenin bir yolu değildir.
İnsanlar zaten Avrupa'daki çeşitli protestolarda kapitalizme dair memnuniyetsizliklerini dile getirdiler. Biraz farklı bir şirket türünün hâkim olduğu biraz farklı bir sisteme geçilmiş olması neden umurlarında olsun ki?
Sıradan insanların memnuniyetsizliğin ardındaki nedenleri bilmeye ihtiyacı vardır. Hoşnutsuzlar her zaman şunu sorar: Bu neden oluyor? Onlara, anlamlı gelecek biçimde cevap vermek son derece güçlendiricidir. Bu, her türlü demokrasi olasılığının temelidir. Çünkü demokrasiye sahip olmak için her dört ya da beş yılda bir oy verebilmek yeterli değildir. Neler olup bittiğini anlayan, hoşnutsuzluklarının nedenleri hakkında bilgi sahibi olan insanlara ihtiyacınız var. Çünkü hoşnutsuzluklarının nedenlerini anlamazlarsa, yabancı düşmanlığına, kadın düşmanlığına, ırkçılığa kapılmaları kolay olur. O zaman “Yahudi yaptı” diyebilirler. Müslüman. Yabancı. İngiliz. Alman, her neyse. O zaman insanlar basit çözümlere kilitlenir ki bu da faşizmin başlangıcıdır.
Faşizmin başlangıcında mıyız? Ve eğer öyleyse, bu gerçekten tekno-feodalizmin suçu mu?
Bence faşizm zaten yükselişte. Fransa'da nüfusun neredeyse yüzde 45'i bir neofaşisti [Marine Le Pen] destekliyor. İtalya'da neofaşist bir başbakanımız var, Giorgia Meloni. Bunu tekno-feodalizm yapmadı, çünkü tekno-feodalizm daha sonra geldi.
Olan şu ki, bulut sermayesinin yükselişi ve gelirin döngüsel akışından paranın hortumlanması insanların içindeki hoşnutsuzluğu artırıyor. Aynı zamanda para kazanan ve bulut sermayesini biriktiren algoritmalara sahipsiniz, öyle ki birbirimizden nefret ediyoruz. Nefret faşizmin yakıtıdır. Yani hoşnutsuzluğu, çoğu insanın iki yakasını bir araya getiremediği gerçeğini ve algoritmalar tarafından pekiştirilen nefreti harmanlarsanız, işte bu faşizmdir.
Peki, yeni bir faşizmi besleyen bu yeni sistem varsa karşımızda, bu hususta ne yapmalıyız?
Pek çok şey. Ama öncelikle nerede olduğumuzu anlayalım ki yabancıları suçlamayalım. Kadınları suçlamayalım. Transları suçlamayalım. Birazcık bilgi, aramızda düzgün bir sohbetin koşullarını yeniden yaratmak için ciddi iş görür.
Ekonomik açıdan, derhal bir bulut vergisi getirmemiz gerekiyor. Amazon'a, platformunda gerçekleşen her işlem için yüzde 5 vergi uygulayın. Ardından, sizin ve benim için bir dijital kimlik sahibi olma kapasitesi getirin, böylece internette kim olduğumuzu doğrulamak için Google veya Facebook'a ihtiyaç duymayız. Devlet tarafından verilen bir dijital kimliğe sahip olmak, verileriniz üzerindeki mülkiyet hakkınızı geri kazanma ya da size iade etme aşamasında verimli olacaktır, çünkü şu anda verilerinize sahip değilsiniz.
Müşterek çalışmayı devreye sokabilirsiniz. Ben X'deyim. Bluesky'ye gidemem. Diyelim ki Elon Musk hoşuna gitmeyen bir şey söylediğim için beni engellemeye karar verdi. Beni daha önce de birkaç haftalığına engellemişti. Şimdi, X'te bir milyondan fazla takipçim var ve onları kaybetmeden ayrılamam. Bluesky'ye gidersem 10 takipçim olur. Birlikte çalışabilirlik, başka bir platforma, Bluesky'ye gidersem, Bluesky'de bir şey yayınladığımda, X'teki 1 milyon takipçimin bunu duyabileceği anlamına gelir.
Birlikte çalışabilirlikten bahsetmeniz ilginç, çünkü bu, AB'nin Dijital Piyasalar Yasası'ndaki önerilerden biri ve en azından özetlediğiniz sorunlardan bazılarını ele almaya çalışıyor gibi görünüyor. Sizce yeterince ileri gidiyor mu?
Hayır, kesinlikle yeterince ileri gitmiyor. Birlikte çalışabilirlik gibi bazı ilginç fikirler var. Ancak hükümette kimse bu konuda gerçekten çalışmıyor. Benim sorunum da bu. Zor bir görev olduğundan değil, ama kimse bunun üzerinde çalışmıyor, çünkü umurlarında değil. Hepsi benim deyimimle büyük teknofeodal lordların cebinde.
Peki hükümette kimsenin bir şey yapmadığına inanıyorsanız, bu kabulle nasıl ilerleyeceksiniz?
Bu çok güzel bir soru. Hiçbir fikrim yok. Ama işte bu yüzden -ruhuma, tercihlerime ve arzularıma rağmen- hala siyasetin içindeyim, çünkü siyasetin alternatifi yok.
Çeviri: Punctum Dergi
Comments